Sosyal medya felaketi

SOSYAL medya, tüm olumlu yanlarına karşın, bir felaketin de habercisi olmaya başladı. Biz toplum olarak, hiçbir yeni şeyi, çıkış amacına uygun olarak, olumlu yanlarıyla değil, onu ne yapıp, edip olumsuz yanlarını üreterek kullanıyoruz....

SOSYAL

medya, tüm olumlu yanlarına karşın, bir felaketin de habercisi olmaya başladı.
Biz toplum olarak, hiçbir yeni şeyi, çıkış amacına uygun olarak, olumlu yanlarıyla değil, onu ne yapıp, edip olumsuz yanlarını üreterek kullanıyoruz.
Telefondan tutun internete kadar ve tüm ileri teknolojileri, bambaşka bir amaç için kullanma becerisine sahibiz!
Sosyal medyadaki mesajları gördükçe, inanın nasıl bir dünyada ve nasıl bir insan topluluğuyla bir arada yaşadığımı merak ettiğim zamanlar oluyor.
Facebook ve Twitter’daki mesajlar, her tür kutuplaşmaya dayalı kin ve nefretin bir yansıması.
Mesajlardan yola çıkan uzmanlar, kişisel karakter analizini buradan rahatlıkla yapabilir.
Toplumsal olarak, terörle birlikte, kimyamız bozulup, sosyal şizofreninin batağına mı sürüklendik?
Yoksa, hep birlikte akıl tutulmasına yönelip, basiretimiz bağlanıp her tür kutuplaşmaya yelken açıp, bir felaketin derinliklerine mi sürükleniyoruz?
Sosyal medyadaki saçma sapan kin ve nefret içeren mesaj bombardımanını gördükçe ürküyor, kendi aklımdan da şüphe etmeye başladığım zamanlar oluyor.
Çok akıllı olduğumu söyleyemesem de aptal da olmadığım kanısındayım.
Hoş, dünyada hiç akıl kalmasa kimsenin akılsızlığı kabul etmeyeceğini de biliyorum!
Her alanda toplumsal kutuplaşma öylesine yaygınlaştı ki, sevgi dili yerine nefret dili öne çıktı.
Umut Bulut’un babası Ankara’daki terör saldırısında vefat etti.
İnsanlıktan nasibini almamış kimi beyinler, hem de Galatasaraylı bazı kendini bilmezler, öylesine rezil, öylesine insanlık dışı mesajlar yayınlamışlar ki, inanın insanlığımdan utandım.
İdeoloji ve parti fanatizmini bırakın, futbol konusundaki fanatizm bile insanın kanını donduracak noktalara taşınmış durumda.
Vatan ve millet sevgisinden söz ede ede yiğitlenerek yeri göğü inleten bir toplumun, bu denli düşmanca tavırlar içine girmesini, özellikle de ikiyüzlülüğe dayalı çelişkisini anlamak mümkün mü?
Ne yaptığımızı ve neye hizmet ettiğimizi biliyor muyuz?
Bu bir aklın ürünü mü, yoksa toplumsal olarak, akıl tutulmasının dibe vurması mı?
Rahmetli Aziz Nesin’in, yüzde bilmem kaçımızın aptal olduğu iddiasında ne kadar haklı olduğunu kanıtlamak için neredeyse birbirimizle yarışıyoruz!
Bilgi sahibi olmadan fikir sahipliğine soyunanların sayısı çığ gibi büyüyor.
Bilgi emek istiyor.
Bilgi edinme zahmetine girmeden, fikir yürütmenin önünde engel olmadığı için, herkes bilgeliğe soyunup ahkam kesebiliyor.
Bilmediğini bilenden zarar gelmezken, bilmediğini bilmeyenlerin bilgeliğe soyunmaları ürkütücü boyutlara tırmanmaya başladı.
Belli düzlüklerde küçücük tepeciklerin kendilerini dağ sanması gibi, bilgiden yoksun beyinlerin, boş varil gürültüsüne benzer çıkışları da, bilgelerin sesinin duyulmasını engellemeye başladı!
Sokrat gibi bir düşünür “Dünyanın en bilge insanı benim, çünkü hiçbir şey bilmediğimi biliyorum” derken, bizim boş beyinler bilgelik iddiasına soyunabiliyorlar.
Sanırım deli cesareti denen de bu olmalı!
Televizyon kanallarında kimi yarışmalarda seyircinin oylarıyla yarışmacılar değerlendiriliyor.
Bu değerlendirmelere baktığınızda, ne kadar agresif, bencil, kendini beğenmiş, psikopat, kavgacı varsa onlar izleyicinin beğenisini kazanırken, sessiz, efendi, karakterli yarışmacılar hep eleniyor.
Toplum olarak çatışmayı ve kavgayı seviyoruz.
Siyasetçilerimizin kavgacı ve uzlaşmaz tutumlarının altında yatan gerçek de, toplumun tercihinin bu yönde olması değil mi?
Hala tarihimizdeki başarılarımızla ve tarihi kahramanlarımızla övünüp duruyor, tarihteki başarısızlıklardan ve felaketlerden ders çıkarma gerçekçiliğine yönelmiyoruz.