Songül

SENE 2014. Aylardan Temmuz. Sıcak erkenden bastırmıştı, bunaltıcı bir Ankara sabahıydı. Cinnah Caddesi'ndeki avukatlık bürosunun kapısı çalındı. Gelen... Boylu poslu, etrafına ışık saçan bir kızdı. Bit kot, bir tişört, elinde...

SENE

2014.

Aylardan Temmuz.
Sıcak erkenden bastırmıştı, bunaltıcı bir Ankara sabahıydı.
Cinnah Caddesi'ndeki avukatlık bürosunun kapısı çalındı.
Gelen... Boylu poslu, etrafına ışık saçan bir kızdı.
Bit kot, bir tişört, elinde mütevazi bir çanta vardı.
Buyur ettiler, oturdu.
Son derece mahcuptu.
Zihninden geçen kelimeleri tartıyor, nasıl anlatacağını bilemiyordu.
Gözleri doldu.
''Onurumu kurtarmak istiyorum'' diyebildi.
Yüreği yaralı bir kız...Yüreği mangal bir kadına gelmişti.
Çünkü, onuru için kapısını çaldığı avukat... Erkek geçinenlerin masanın altına saklandığı dönemde, tek başına cübbesini giyip, dünya hukuk tarihinde ilk kez, Anayasa Mahkemesi'nin önünde adalet nöbeti başlatan, asrın iftirası Balyoz'un çökmesini sağlayan, anıt kadın, Şule Nazlıoğlu Erol'du.
Ve, tecrübeli meslek hayatı boyunca görmediğim vaka, görmediğim kumpas kalmadı diye düşünen Şule Nazlıoğlu Erol bile hayret etmişti... Çünkü, onurunu kurtarmak için kapısını çalan genç kız, bir binbaşıydı!
Songül.
Beş çocuklu bir ailenin en küçüğü, son gülüydü. Henüz sekiz yaşındayken babasını kaybetmişti. Dişinden tırnağından arttıran dar gelirli anacığının fedakarlıklarıyla, zorlukla okumuş, Kara Harp Okulu'nu bitirmiş, jandarma teşkilatımızın tarihteki ilk kadın ilçe jandarma komutanı olmuştu.
Türkiye'nin iftihar vesilesi, pırıl pırı, Atatürkçü, yurtsever bir subaydı.
Türk Silahlı Kuvvetleri'ni mermi bile sıkmadan imha eden Balyoz kumpası, onu da hedef almıştı. İsimsiz bir ihbar mektubu ve sahte ses kayıtları vardı. Bekardı, özel hayatına dair iftira atılıyordu.
Disiplin soruşturması açıldı. ''Bu ses bana ait değil, ses örneklerimi alın, kriminal inceleme yapın'' diye çırpındı, nafile. İftirayı atan, kararı çoktan vermişti.
Soruşturma, güya soruşturmaydı, kriminal inceleme filan yapılmadı, TSK'dan atıldı!
İşte bu nedenle, kahramanı olarak gördüğü kadın avukatın kapısını çalmıştı.
İlk iş... İçişleri bakanlığı teftiş kurulu devreye sokuldu. Ses kayıtlarının ve ihbar mektubunun sahteliği kanıtlandı. ''Göreve iade'' raporu çıktı. Bu kapı gibi rapora rağmen, jandarma genel komutanlığı ne yaptı biliyor musunuz? Raporu sakladı! Fetocuların maskeli elleri çalışıyor, hukuk engelleniyordu. Bu rapor bizzat jandarma genel komutanlığı tarafından saklandığı için, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nde açılmış olan dava kilitleniyor, duruşmalar habire erteleniyordu. Bunun üzerine, Başbakanlık Bilgi Edinme Yüksek Kurulu'na itiraz edildi. İtiraz haklı bulundu. Jandarma Genel Komutanlığı altı ay sonra raporu vermek zorunda kaldı. Rapor, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ne sunuldu, her şey gayet netti, iğrenç iftiraydı, 2'ye karşı 3 oyla göreve iadesine karar verildi.
Songül binbaşının göreve iade edilmesine iki üye ''olmaz'' demişti. Ret oyu veren bu iki üye, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, FETÖ'cülükten yargılanıyor!
Göreve iade kararı nihayet çıkmıştı ama, çile bitmemişti. Ekim 2015'te karar çıkmasına rağmen, tebligat anca iki ay sonra yapıldı, anca dört ay sonra görevine iade edildi. Bir gün bile fazladan manevi işkence yapmak kar sayılıyordu. Usansın, bıksın, istifa etsin, ordudan ayrılsın isteniyordu.
Eziyet üç sene sürdü. Pes etmedi, ruhen teslim olmadı.
TSK'dan ihraç edildiği dönemde, maaşı kesildi, hiçbir geliri olmadan yaşadı. Subaylıktan atıldığını ailesi, anacığı bilmiyordu. Söyleyememişti. FETÖ'cü hainler öylesine alçakça saldırmıştı ki... Ankara'da aldığı küçücük evinin kredi borçlarını ödeyemediği için, icralık oldu, kapısına haciz dayandı. Üç beş kuruş birikimiyle, kelimenin tam manasıyla ekmek-peynirle direnmeye çalışıyordu. Arkadaşlarının geçici bir iş bulalım önerilerini tersliyor, üniformamı elimden aldılar ama ben Türk subayıyım, bu iftiradan temize çıkmadan başka bir işte çalışmam, hayatıma bu şekilde devam edemem diyordu.
Unutanlar ve unutmak isteyenler için hatırlatalım... Sahte cephanelik kazıları TRT'den naklen yayınlanırken, şeref madalyalı subaylarımız kahrından kafasına sıkarken, yetmez ama evet denirken, kurban olduğum Allah'ım verdikçe veriyor diye kahkaha atılırken, Türkçe olimpiyatında Afrikalı çocuklara gesi bağlarında dolanıyorum söyletilirken, sayın hükümetimiz ''muhterem hoca efendi'' diye övgüler düzerken, Türkiye bağırsaklarını temizliyor diye alkışlanırken, haysiyetsiz basınımızın manşetlerinde sevinçten havai fişekler fırlatılırken, yaşanıyordu tüm bunlar.
Neticede, temize çıktı, her zamanki gibi pırıl pırıl, görevine iade edildi. Bir ay sonra, yarbay rütbesini taktı. Şırnak'a tayini çıktı.
Anne-kız, abla-kardeş olmuşlardı. Varlığıyla onur duyduğumuz Şule Nazlıoğlu Erol, aldı karşısına Songül'ü, ''bak kızım'' dedi, ''hukuki süreçte açıkça gördük ki, bu hainler hala görevde, sinsi sinsi ellerinden gelen her türlü çirkinliği yapmaya devam ediyorlar, vazgeçmeyeceklerdir, kendini temize çıkardın, bırak, bu tayin bile sana gözdağı'' dedi.
Ama, görevine aşıktı. Bırakmayı akılının ucundan bile geçirmiyordu.Harp okulundan mezun olduğu günkü kadar heyecanlıydı, ''teğmen ruhu ile her yere giderim'' dedi. Sarıldılar, vedalaştılar.
Helikopter.13 Şehit.
Yazık oldu Songül'e, hepine.
Yazıklar olsun bu ülkeye.

* Yılmaz Özdil'in izniyle...