Sonbaharın kıyısında

​"HEP siyaset yazıyorsun, o duygu yüklü yazılarını özledik" diyen okurlarım, haklısınız. Bazen hayatın telaşına kapılıp, içimizdeki o en hassas tellere dokunan duyguları bir kenara bırakabiliyoruz.

Ama doğa, her zaman bize hatırlatıyor; mevsimler değişse de hisler baki kalıyor. Tıpkı şimdi olduğu gibi…

​Her şeyin hızla akıp gittiği, takvim yapraklarının göz açıp kapayıncaya kadar sarardığı bir mevsimin eşiğindeyiz yine. Yorgun bir yaz, tüm sıcaklığını ve coşkusunu geride bırakıp, yerini yavaş yavaş sonbaharın o hüzünlü ve mistik fısıltılarına bırakıyor.

Güneşin ışıkları artık daha nazik, rüzgârın dokunuşu daha serin. İşte tam da bu geçiş anında, doğa bize hayatın o eşsiz döngüsünü anlatıyor.

​Doğumumuz, taptaze bir ilkbahar gibidir. Filizlenen bir tohum gibi, hayata merak dolu gözlerle bakar, her şeyi keşfetmek isteriz. Enerjimiz sonsuz, umutlarımız sınırsızdır. Büyümeye, yeşermeye ve dünyayı doldurmaya hazırızdır.

​Ardından gelen yaz, gençliğimiz ve olgunluğumuzdur. Hayatın en parlak, en coşkulu zamanı. Güneşin en tepede olduğu gibi, biz de enerjimizin ve tutkularımızın zirvesine ulaşırız. Hayatın tüm cömertliğiyle sunduğu meyvelerden tadar, tecrübeler biriktirir ve kendi hikayemizi yazarız. Yaz, hayatı dolu dolu yaşamanın ve her anın tadını çıkarmanın mevsimidir.

​Ve sonra o kaçınılmaz an gelir: Sonbahar. Bu, sadece doğanın değil, aynı zamanda ruhumuzun da mevsimidir. Her sarı yaprak, geçen zamanın bir kanıtı, biriken tecrübelerin sessiz birer anısı gibidir. Dallardan düşen her yaprakta, içimizde bir hüzün dalgası kabarsa da, bu hüzün aslında bir son değil, bir tefekkür ve kabulleniş anıdır. Hayatın geçiciliğini anladığımız, kendimizi ve yaşadıklarımızı daha derinden sorguladığımız bir dönemdir. Sonbahar, rüzgârın fısıldadığı şarkılarla, bize hayatın sadece coşku ve parlaklıktan ibaret olmadığını, aynı zamanda dingin bir olgunluğu da barındırdığını öğretir.

​En sonunda, doğanın dinginliğe büründüğü kış gelir. Yaşlılık dönemi. Her yer bembeyaz bir örtüyle kaplanır, doğa sessizliğe çekilir. Bu, bir son değil, bir dinlenme ve toplanma evresidir. Kışın soğuğu ve sükuneti, dış dünyanın gürültüsünden uzaklaşıp içimize dönmeyi, hayatın gerçek anlamını bulmayı öğretir.

​Eylül ayı, bu döngünün en hassas geçiş noktası, yazın vedası ve sonbaharın ilk fısıltısıdır. Yere düşen sarı yaprak, bir zamanlar hayat dolu bir filizdi, yeşil bir yapraktı, rüzgârda dans eden canlı bir ruhtu. Şimdi ise yeni bir yaşamın, yeni bir hikâyenin toprağı olacak.

​Hayatımız da tıpkı bu yaprak gibi, bir döngüden ibaret. Çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık… Her evre kendi içinde eşsiz bir güzellik barındırıyor. Önemli olan, her mevsimi, tüm duygularıyla birlikte yaşamak ve içimizdeki bereketi kaybetmemek.

​Siz de bu hüzünle yoğrulmuş eylül notalarından ilham alarak, hayatın döngüsüne ve anlamlılığına dair derin düşüncelere daldınız mı hiç?

Esen kalın…