Somatizasyon nedir? Kişileri nasıl etkisi altına alır?

Somatizasyon, psikolojik sıkıntıların fiziksel belirtiler şeklinde yaşanması ve iletilmesi eğilimidir. Somatizasyon, organik bir patoloji olmaksızın, bedensel yakınmalar yaşama, bunların aracılığıyla iletişim sağlama, bunları fiziksel...

Somatizasyon, psikolojik sıkıntıların fiziksel belirtiler şeklinde yaşanması ve iletilmesi eğilimidir. Somatizasyon, organik bir patoloji olmaksızın, bedensel yakınmalar yaşama, bunların aracılığıyla iletişim sağlama, bunları fiziksel bir hastalığa bağlama ve bunlar için yardım arama olarak tanımlanabilir. Somatik belirtilerin genellikle strese bağlı durumlara tepki olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Somatizasyon terimi 20.yüzyılın başlarında Stekel tarafından “Derin yerleşimli nörotik çatışmanın bedende bozulmaya neden olduğu” şeklindeki hipotetik bir süreci ifade etmek için kullanılmıştır. Fiziksel bir hastalığın olmadığı, ancak hasta tarafından fiziksel bir hastalığa atfedilen ve medikal çareler aranan, bedensel sıkıntı ve semptomlarla ilişki ve yaşantı kurma eğilimi olarak da ifade edilebilmektedir. Somatizasyonu olan kişiler bunu tanımazlar ve açıkça sıkıntıları ile bedensel odaklanmaları arasındaki nedensel bağlantıyı inkar edebilirler. Bu hastalar psikolojik yaklaşımlardan ziyade fiziksel yaklaşımlara sempati göstermektedirler. Somatizasyon bozukluğu hastaları, bedenlerinde çeşitli ağrı, sızı, uyuşma ve karıncalanmaların etkisi ile kendilerini çaresiz hissedebilirler. Ölümcül bir hastalıklarının olduğuna inanabilir, dışarı çıkmayı reddedebilirler. Bu durumda da hastaların sosyal ortamlardan gitgide uzaklaştıklarını söylememiz yanlış olmaz. Hastalar boğulacaklarını hissedebilirler, bedenlerinde beliren sıcaklık, halsizlik, güçsüzlük onların en sık yakınmaları arasındadır. Canlı organizma, doğum öncesindeki yaşamında tümüyle bedensel bir sistem ilişkisi içerisindedir. Doğumdan sonra da, dış ortamla ilişkisini bedensel bütünlüğü ile sürdürmeye devam eder. Algı, duygu ve iletişimleri beden üzerinden oluşmaktadır, yani tümüyle somatik bir varlıktır. Doğum öncesi, dölyatağı içindeki yaşamında çocuk canlılığını annesiyle olan bedensel ilişkisiyle sürdürür. Plasenta ile annesine bağlı olmanın yanı sıra tüm bedeniyle de annesi ile temas içerisindedir. Somatizasyonun oluşmasında ve bir davranış biçimi halini almasında, erken çocukluktaki yaşantıların ve etkilenmelerin hatırı sayılır bir rolü vardır. Somatizasyon bozukluğu, pek çok duygusal ve somatik belirtiler gösteren ve daha çok genç kadınlarda görülen bir hastalıktır. Hastaların hiçbir zaman tam olarak iyileşemediklerini söyleyebiliriz. Somatizasyon bozukluğu olan tipik bir hasta yaklaşık olarak bir hafta boyunca yataktan çıkmaz, günlerini hasta ve mutsuz olarak geçirir. 1880’lerin sonlarında Sigmund Freud Salpetrier hastanesinde histeri üzerine çalışırken konversiyon histerisi olarak bilinen kuramsal kavramı geliştirmiştir. Bu kavrama göre Freud sorunun temelde duygusal olduğunu ve duygusal çatışmaların fiziksel belirtilere dönüştürüldüğünü belirtmiştir. Aslına bakarsak Somatizasyon, çeşitli etkenlerin bulunduğu bir dizi heterojen durumu kapsamaktadır. Stres ya da anksiyete etkisi altında otonomik bir uyarılmanın sonucu olabilir. Somatizasyonun daha aşırı ancak nadir bir şekli olan somatizasyon bozukluğunu, genetik bir yönü olup olmadığı hala tartışma konuları arasındadır. Somatizasyona yatkınlığı olan kişilerde, “algı katılığı” (perceptual rigidity), bağımlılığı kabule hazır olma, çatışmalarını kendi içinde çöz(e)meyip dışarı atarak kendinden uzak tutma, sorunlarla baş etmede pasif edilgen rolde kalma gibi belirgin kişilik özellikleri görülür. Somatik belirtilerin genellikle strese bağlı durumlara tepki olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz demiştik yukarıda. Stres öyle bir mekanizmadır ki, özellikle somatizasyon süreci içerisinde, kişiyi başlı başına avucunun içerisine alır. Stresli yaşam olayları bedensel belirtiler olarak karşımıza çıkabildiği gibi, aynı zamanda emosyonel bozuklukları da tetikleyebilmektedir. Baş, kalp, göğüs ağrısı en sık görülen somatik belirtiler arasındadır. Somatizasyon her tür kişilik yapısında görülebilir; ancak narsistik, bağımlı, histriyonik, Kompulsif ve mazoşistik kişilik özelliğine sahip olan kişilerde daha sık görüldüğünü söyleyebiliriz. Somatizasyon bozukluğu genellikle kadınlarda görülmektedir. Kadın hastaların birinci derece akrabalarında yüzde 10-29 oranında somatizasyon bozukluğu görülmektedir. Somatizasyonun, yaklaşık olarak, başlangıç yaşı 14-15 olarak kabul edilmekte ve yirmili yaşların başlarında tamamen bireyle bütünleşmekte olduğunu söyleyebiliriz. Bu hastalıktan kurtuluşun mümkün olmadığı söylense de, 40 yaşından sonra yavaş yavaş belirtilerin azaldığını gözlemleriz. Hastalar sıklıkla kaotik bir yaşam tarzına sahiptirler. Karmaşık, kararsız, dağınık düşüncelere bu hastalarda oldukça sık rastlayabiliriz. Ne yazık ki bu durum hastaların işlevselliğini olumsuz yönde etkilediği gibi, sürekli olarak, bir iş’te çalışma şansını da azaltmaktadır. Somatizasyon bozukluğu olan kadınlar genellikle üç birey tipinden birisiyle evlenmeyi tercih etmektedirler:

1.Antisosyal erkekler
2.Sigara, alkol ve madde bağımlıları
3.Kuvvetli ataerkil özelliklere sahip erkekler
Sıklıkla üçüncü özelliğe sahip -ataerkil özelliğe sahip olan erkekler- bir erkekle evlenirler. Şayet evlendikleri erkek bu özelliklere sahip değilse; evliliklerine son verebilir, onlara bakabilecek üçüncü özelliğe sahip bir erkek bulana kadar kimseyle evlenmemeyi isteyebilirler. Yalnız istedikleri özellikte birini bulana kadar arayışları devam eder. Somatizasyon tanısını koyabilmek için DSM IV’de tanımlanan belirtilerin, kişide minimum 13 tanesi tespit edilmiş olmalıdır. Psikiyatrik bozuklukların sınıflandırıldığı DSM IV’e göre somatizasyon bozukluğu 30 yaşından önce başlayan, yıllarca devamlılık gösteren, en az dört değişik yerdeki ağrıyla (örn: baş, karın, sırt, eklemler, ekstremiteler, göğüs, rektum) birlikte gastrointestinal(bulantı, karında beliren şişkinlik) cinsel(örn: kadınların menstrüasyon dönemlerindeki düzensizlik, menoraji, erkeklerin erektil veya ejakulatuvar işlev bozuklukları) ve yalancı nörolojik belirtilerin de (koordinasyon ya da denge bozukluğu, paralizi, varsanılar, çift görme, körlük, sağırlık gibi) olduğu, fiziksel etkenlerle tam olarak açıklanamayan, tıbbi olarak dikkat çeken ve kişinin yaşantısında önemli kısıtlıklara yol açan, yineleyici bir bozukluktur. Belirtileri açıklamak gerekirse; Kusma, kol ve bacak ağrısı, nefes darlığı, sağırlık, yürüme zorluğu, karın ağrısı, sırt ağrısı, çarpıntı, çift görme, kas ağrısı, eklem ağrıları, bulantılar, sersemlik, halsizlik, bulanık görme, idrar yapma da yaşanan güçlük, karında şişkinlik hissi, idrar yaparken ağrı duyma, unutkanlık, körlük, cinsel ilişki sırasında organlarda beliren yanma hissi, gastoenterit problemler, kuvvetli baş ağrıları, yutma güçlüğü, bayılma, cinsel isteksizlik, ses kısıklığı, göğüs ağrıları, sara benzeri nöbetler geçirme, cinsel ilişki sırasında ağrı duyma, kadınların ağrılı mens dönemleri, düzensiz mens görme, aşırı adet kanaması, gebelik boyunca kusma ve halsizlik… Belirtiler genelde hastayı, rahatsız edici düzeydedir. Bu nedenle hastalar sık sık doktora giderler. Hastalar doktorların “Kötü bir şey yok”, “Sağlıklı ve de gayet iyi durumdasınız” biçimindeki açıklamalarıyla bir türlü rahatlayamazlar. Buna mukabil; bu hastalar doktorların “Kronik bir hastalığınız yok, rahat olunuz” açıklamaları karşısında büyük bir hayal kırıklığı yaşayabilirler.
Pediyatrik popülasyona baktığımızda; birçok çocuk duygusal sıkıntılarını mide ya da baş ağrısı gibi fiziksel bir nedene bağlayabilir; ancak bu şikayetler genellikle geçicidir. Çocuğun genel işlevselliğini etkilemez. Ruh Sağlığı kliniklerinde duygusal ve somatik belirtilerin dengesi içinde kültürlerde somatizasyon sürecini açıklamak için çeşitli teoriler geliştirilmiştir. Bunlar arasında en önemlisi bazı hastaların duygusal deneyimlerini ifade etmedeki dil yetilerinin olmamasını tanımlayan aleksitimidir.

Bir sonraki yazımızda ALEKSİTİMİ VE
SOMATİZASYON ilişkisini anlatacağız.