AİLE, hayatımızın ilk sahnesidir. Perde açılır, roller dağıtılır. Kimine otorite, kimine sessizlik düşer. Sofralar kurulur, bazen neşe dolu kahkahalar yankılanır, bazen de buz gibi bir sessizlik çöker. Aslanın avını paylaşma ritüeli, bazı ailelerde hala hüküm sürer. Önce "Büyükler" doyar, sonra "Küçükler" kalanlarla yetinir. Bu sofralarda eşitlik değil, hiyerarşi konuşur.
Peki, sevgi mi yoksa otorite mi yeşertir mutluluğu?
Bir yanda, aynı sofrayı paylaşan, gözlerinin içi gülen, sohbet eden bir aile, diğer yanda baskın gücün hüküm sürdüğü, "Sen sus", "Sen ne bilirsin" cümleleriyle büyüyen bireyler. Özgürlüğün filizlendiği yerdir aile. Bastırılan her duygu, susturulan her ses, geleceğe ekilen bir tohumdur. Sevgisizlik, korku ve yalnızlık filizlenir o tohumdan.
"Eski köye yeni adet getirme" diyenler, aslında kalıplaşmış bir düzenin bekçileridir. Yeniliğe, değişime, sevgiye kapalıdırlar. Oysa sevgi, bir nehirdir. Aktıkça çoğalır, paylaştıkça büyür. Bir çocuğun gözündeki ışıltı, bir annenin şefkatli dokunuşu, bir babanın güven veren bakışı... İşte gerçek zenginlik budur.
Sofradaki sessizlik, yürekteki feryadın yankısıdır. "Sen sus" dedikçe, içimizde bir çığlık büyür. "Sen ne bilirsin" dedikçe, umutlarımız solar. Oysa her birey, bir dünya taşır içinde. Her ses, duyulmayı hak eder. Her yürek, sevilmeyi bekler.
Değişim, sofralarda başlar, eşitliğin, sevginin, saygının paylaşıldığı sofralarda. "Sen sus" değil, "Seni dinliyorum" cümlelerinin kurulduğu sofralarda. Belki de doğadaki canlılardan öğreneceğimiz en önemli ders, sevgiyi paylaşmaktır. Çünkü sevgi, paylaştıkça çoğalır, çoğaldıkça iyileştirir. Önce ailemizi, sonra tüm dünyayı.
Mümkün olsa değil mi?
Esen kalın...