Sevmek unutulduğunda...

Sevmenin zor, sevenin de sevgisini göstermekte zorlandığı bir dönemdeyiz.
Artık kimse hislerini saklamadan yaşamak istemiyor; herkes "fazla hissetmenin" bedelini ödemekten korkuyor. Oysa eskiden bir bakış yeterdi, bir kelimeyle dünya değişirdi. Şimdi ne yazık ki sevgi üzerine yazılan sözler, şiirler, bestelenen şarkılar sadece kulağımızda yankı buluyor. Okuyup dinledikten sonra "ah be" deyip geçiyoruz. Birkaç dakika sonra ise gündelik telaşın içinde kaybolup gidiyor her şey.
"Ben" demek daha kolay artık. "Biz" demek ise bir fedakârlık, hatta çoğu zaman bir zayıflık göstergesi gibi görülüyor. Modern dünyanın hızlı temposunda ilişkiler tüketim nesnesine dönüştü. Duygular, anlık bir hevesin rüzgârına kapılıp savruluyor. Sevmenin emeği, sabrı, derinliği unutuldu.
Ve sonra bir an geliyor…
İhtiyaç duyduğun o anda, bütün kalabalığın ortasında yalnızlığın sesi çınlıyor kulaklarında. İşte o an fark ediyorsun: Kimse tarafından tam anlamıyla sevilmemişsin.
Nasır bağlamış kalpler, "günüm geçsin yeter" diyen insanlar ve duygularını bastırarak yaşadıkları bir hayat… Ve biz tüm bunları çok normal karşılıyoruz.
Gerçekten düşündürücü değil mi?
İnsan, sevmeden var olabilir mi?
Artık insanlar sevmiyor; çünkü sevdikçe incinmekten korkuyor. "Ben" demekten "biz" demeye geçmek cesaret istiyor. Oysa o geçişte bir huzur var, bir tamamlanmışlık hissi… Kalbimiz olduğunu, o kalbin sadece kan pompalamadığını, aynı zamanda yaşattığını unuttuk. Her şeyin ölçüldüğü, biçildiği, kalıba sokulduğu bir çağdayız. Hızla makineleşiyoruz; duygular bile algoritmalara teslim edilmiş durumda.
Ama bazen olur ya…
Betonun arasından bir çiçek boy verir. Her şeye rağmen yaşam bulur, dirençle güneşe döner yüzünü. İşte o çiçeği gördüğünüzde, o insana rastladığınızda onu incitmeyin.(Bu bir arkadaş da olabilir, sevgili de) Çünkü o sevgi, dünyanın hâlâ kurtulabileceğine dair küçük ama güçlü bir hatırlatmadır.
Besleyin, sevin, yaşatın.
Çünkü belki de yeniden insan kalabilmenin tek yolu, hâlâ sevebilmektir.