Sessiz Kul

Ne çok gürültü var etrafımızda değil mi?

Akıp geçen hayatın her hali bir ses tufanıyla sarıyor bizi. Boğazımıza kadar dönüp durmuş bir zincirle mumyalar gibi gezmeye başladık sağda solda. Asla durmamıza izin vermeyen bir ses ve ışık fırtınasındayız. Twitler, etkileşimli sosyal ağlar,çalan telefonlar,gelen bildirimler,araç kornaları,makineler…. sürekli uyarılan ,sürekli tetikte yaşayan, yanıp sönen ışıklara sabitlenmiş ruhlar gibiyiz.

Gün, biz onu yaşamadan akıp gidiyor ellerimizden, yaşam da…

Üzücü yanı şu ki; bizler artık bağımlısı olduk bu debdebenin. Normallerimizi unuttuk. Dünyayı unuttuk.  İşin garibi; çoğu zaman hoşumuza gidiyor artık bu durum. Hiç sessiz kalmak istemiyoruz. Uyanır uyanmaz hemen telefonlara sarılıyoruz, hemen elimiz kumandayı arıyor, hemen bir ses istiyor kulaklarımız. Gün boyu aynı gürültülerin içinde kaybolup, zoraki girdiğimiz evlerimizde yine aynı boğuşmaları yaşatıyoruz kendimize. Gece olup uyku vakti gelince yine telefonlar, yine sosyal medya, yine ses, yine ışık…  Kendimizden mi bu kaçış? Dünyadan mı? Yaşamdan mı?

Kahkaha atmadığımız günü günden saymıyoruz. Yerli yersiz öğrenilmiş kahkahalarla dolu etrafımız.  Öyle profesyonelce kahkahalara boğuluyoruz ki; ne göz etrafımız kırışıyor, ne de makyaj bozuluyor gülmekten ağlamayan gözlerimizde. 

Ruhlarımıza kendi titreşimini unutturmaya çalışıyoruz. Ya fark edersek diye korkuyoruz, ya görürsek, ya duyarsak…

Artık çıplak ayakla basmaya tiksindiğimiz topraktadır belki? Yapay salonlara oynasınlar diye gönül rahatlığıyla götürdüğümüz çocuklarımızı, toprağa bastığında hemen kaldırmaya çalışmamız gibidir belki de kaçışımız.

Oysa belki oradadır kaybettiğimiz anlam. Orada bir ağaçta sallanan yapraktır, bir çiçeğin rengindedir, bir kedinin gözünde. Kurtuluşumuz belki sessizce etrafımızda hep olanlardadır. İnsan eliyle üretilmiş atık plastiklerden daha zararlı değildir bir sokak köpeğinin başını okşamak, ya da bir kediye bir kap su koymak. Kuşlara yem vermek, bir çiçeği koparmadan koklamak, ya da bir ağacı böcek topluyor diye kesmemek. Yaradanın sessiz kullarını görmek. Yaradandan ötürü yaradılanı sevmek.

Ne çok şeye hasret kaldık değil mi bu dönemde. Gidemedik, gelemedik, kavuşamadık, sarılamadık, toplanıp dertleşemedik, oynaşıp gülüşemedik.

Hepimiz ona sarıldık. Doğaya, doğala. Minnacık balkonlarımızda çiçekler çoğalttık, pencere önlerimize fasulyeler çimledik. İmkânı olanlar hiç düşünmeden koştular köylerine. Ne güzel yüzleştik, ne güzel özleştik toprağımızla, kendimizle, özümüzle.  Bahçede cıvıldaşan kuşları duyduk, boş parklarda oynaşan kedileri, topraktan çıkan solucanları, börtü böceği.

Kendi bayramımıza eriştik çoğumuz. Tatillere koşmak için kaçtığımız evlerimizi şenlendirdik, sabahın köründe kalkıyoruz diye şikâyet ederken, sabah erkenden gözlerimizi açıp kapı çalsa diye gözledik. Çocukla çocuk olduk, anne babamızı başka özledik. Buruk diye dertlendik ama geçen bayramların umursamazlığından daha lezzetli geldi bu burukluk hepimize. Atasözlerimizi bir kez daha anladık, her şerde olan hayrı kalbimizdeki sevgi olduğunu gördük. Öğrendiklerimizi ve hatırladıklarımızı unutmamak dileğiyle, büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öper, akranlarıma sevgiyle, muhabbetle sarılırım.

Bayramımız mübarek olsun.