Futbol, evrensel olduğu kadar kitleleri birlikte hareket ettiren ve bacası olmayan dünyanın en büyük global endüstrisinin bir numaralı parçası haline gelmiş bir oyundur. Yüzyılı aşkın süredir Türkiye’de rakip takım rekabeti hız kesmeden devam ederken, ülkede şekillenen siyasi atmosfer ile yeniden yaratılmaya çalışılan yeni kulüp ve taraftar yapılanmasının hâlâ istenilen seviyeye ulaşamamış olması açık bir gerçektir.
Futbol ve diğer sporlar ekonomik dalgalanmalarla adeta bir kıskaca düşerken, artan maliyetler tribün seyrini ister istemez etkilemiştir. “Temiz Eller” operasyonu ise taraftarlar arasında ciddi bir tartışma yaratmıştır. Özetle futbol, ticari bir kimliğe bürünürken kendine yarattığı bahis sektörü, taraftarın gönlündeki sevgiyi ekonomik gelire dönüştüren bir çıkmaza sürüklemiştir.
Kombine bilet almayı pahalı gören, maddi durumu iyi olup da kulüplerden avanta bilet isteyenlerin; öte yandan bahis ve iddia için ayırdıkları devasa paralar kimseyi şaşırtmamaktadır. Taraftarı olduğu takımın kombinesini almayanların, sosyal medyada korsan yayınla maç izlerken kombinenin katbekat fazlasını “iddia”ya yatırmayı tercih etmesi ise günümüzün ekonomik tercihi haline gelmiştir.
Dolayısıyla taraftar, arma sevgisini ekonomik sıkıntılarla harmanlayarak ötelemeye devam etmektedir. Devasa taraftar kitlesine sahip kulüplerin maçları, deplasman tribününe açıldığında dahi alınan güvenlik önlemleri sayesinde sorunsuz tamamlanırken; Anadolu kulüplerinde bilinçli taraftar kültürünün yaratılmaması sonucu tatsız olaylar yaşanması kaçınılmaz olmaktadır.
Her takımın taraftarı elbette kulübün karşıladığı ulaşım ile deplasmana gitmek ister. “Gönül işi” uzun yıllardır “bedava” ile eşleşmiştir ve bu alışkanlık hâlâ sürmektedir. Asil ve güçlü taraftar imajı, ekonomik göstergelere yenilmeyen Avrupa kulüplerinde tribün patronluğunu yakalayamamanın acısını hissetmektedir. Son yirmi beş yılın özeti; futbol taraftarının omurgalı hâlinin, güçlü olanın kollarına itilmiş ve karar mekanizmasının ağına düşmüş olduğudur.
Her zaman söylediğim gibi; futbol bir oyun ve bu oyunun içinde hepimiz varız. Agresif olmak, aşırıya kaçmak, hatta provokasyona gelmek için seçilmiş en uygun sahadır stadyumlar. Ancak bu ülke yüzyıldır “yasak” kelimesinin acısını kader diye içine atmaktadır. Oysa oyun olan sporun, taraftar olmadan hiçbir zevk vermeyeceğini hepimiz biliyoruz. Taraftara maçı yasaklamak, “Şakir’e çay yok” demek kadar komiktir.
Köylü–kentli ayrımı 80’li yılların lafıdır. Bu şehrin takımı, çok büyük işler yapan ama çok güzel işleri bir anda bozmayı da seven bir zihniyetin esiri olmamalıdır. Beklentisi az olanın "Şakir" kadar yüreği olsun yeter… Beklentisi fazla olanın "Abbas" alışkanlığı ise hiç bitmez.