Tophane konusunu işlediğim bu haftadan dolayı 2 yıl önce yazdığım bir Alanya hikayesini sizlerle paylaşmak istedim...***Alanya'da aşk... İpince dokunmuş, can yakacak kadar keskin, tarih içinden gelen bir hikaye. Süslü Mariko, Alanya'da 1910'lu yıllarda yaşayan terzi ustası bir Rum kızıdır. Anlaşılacağı üzere lakabını güzelliğinden ve bakımlı oluşundan alır. Öyle güzeldir ki karşılık bulamayanlar köle olmaya razı olurlar. Yalnızca Küt Paşa ona boyun eğmez...Bahçesinde boy boy meyve ağaçları ve her çeşit hayvanı olan Küt Paşa, çok zengin ancak ayaklarından engelli bir adamdır. Alkole olan düşkünlüğüyle tanınır. Yardımsever, mütevazıdır ve hoşgörüde kusur etmez. Karşısına çıkan her engeli aşar, akıllıdır da fakat şu aşk işinin içinden bir türlü çıkamaz. İlk defa "Vurdular beni" der. Herkes bilir onun Rum kızı Süslü Mariko'ya vurulduğunu. Öyle zaman olur ki kapanır çıkmaz evinin köşesinden, sus olur, taş olur bedeni ama kalbi ilk defa aklına hükmeder kanarken...Rum kızı Mariko, bir Cuma günü terzihanesinden çıkarak çok sevdiği Fatma teyzesine bir hediye götürür. Alanya'da Türkler ve Rumlar birbirlerinin inançlarına saygı duyar, hatta bayram günlerinde de hiç bir komşularını ayırt etmeden selamlaşır ve bayramlaşırlar. Rum kadınları da başlarına Türkler gibi yazmalar takarlar o dönemlerde. Mariko, Arap saçına dönen sıkıntısını Fatma teyzesine anlatır çok geçmeden ve çözüm bekler. "Sevilmek yetmiyormuş demek ki" der. "Güzel olmak suç mu" diye sorgulamaz hiçbir zaman fakat bilir ki bu dünya sahnesinde her insanın bir rolü vardır ve her insan yazılan rolünü kusursuzca oynar. Teyzesi ona, kalbini ferah tutmasını ve seven insanın savunmasız olduğundan bahsederek Küt Paşa'ya zarar vermemesini ister ve onu yolcu eder. Evinin yolunu tutarken Mariko, önü Küt Paşa tarafından kesilir. Kendisiyle evlenmesi için son kez uyarılarak eline Küt Paşa tarafından yazılmış bir kağıt tutuşturulur. Mariko oradan hızla uzaklaşarak Kaleiçi'nin karanlık sokaklarında gözden kaybolur...Küt Paşa, oturduğu masadan kalkarak silahını beline takar ve aynı evin içinde aynı virane hayatı yaşamamak için verilen sürenin artık dolduğunu bilir. Oysa ne olurdu ki kahveye gitse sohbetini yapsa arkadaşlarıyla, şarabını yudumlasa hiçbir şey olmamış gibi. O yapamaz, gidemez, Mariko'ya köle olmak için sırada bekleyen onca adamın içinde olamazdı. O sahile gitti, son gün batımı vakti...Üç gündür bir kağıt parçasıyla ortalıkta dolaşıyordu Mariko. Hayatın anlamsızlığı ve başkasının ona sahip olma çabası ürkütüyordu. Ve onun için özgürlüğü ifade eden Torosları düşündü. Gözlerinden akan yaşlar, acele eder gibi döküldüler kağıdın üzerine. Kağıtta, Küt Paşa'nın ona yazdığı şiirin altındaki notta şöyle diyordu: "Sevdiceğim Mariko, seni ilk gördüğüm, yüzümde güllerin açtığı yerde olacağım. Üç gün seni bekleyeceğim ve bileceğim ki sen orada olmayacaksın. Kalbimin derinliklerine su serpmeyeceksin. Yanlış yerde olduğumu da biliyorum. Gerçeğe gitmeliyim ve seni orada beklemeliyim. Seni o kadar çok seviyorum ki, yağmurları bile senin yağdırdığını düşünmeye başladım..."Mariko'nun içten içe hıçkırıklara boğulduğu anda bir silah sesi duyulur. Evden dışarı atar kendini. Sahilde bir kalabalık, bağırış, gürültü koptuğunu görür. Gözyaşları artık akmıyordur. Toroslara doğru koşmaya başlar Mariko, hiç durmadan...Mariko'ya...İlk defa içmek isteyipte içemediğim bir şişe şarabım var benim.Hiç açılmadan kadehlere dolan ve yüreğime akan.Vitrinimde dursan da mutluyum ben.Açılıp tükenmene tahammül edemem zaten... (Küt Paşa 1916)