Toplumsal hayatımızda önemli bir yer teşkil eden Ramazan ayında dini bir vecibeyi yerine getirmek için oruç tutulmakta ve bununla birlikte bireylerin günlük yaşantılarında önemli değişiklikler olmaktadır. Ramazan ayında güneşin doğuşu ile batışı arasında hiçbir yiyecek ve içecek alınmamaktadır. Bu dönemde beslenme alışkanlıkları ciddi bir şekilde değişmektedir. Normalde 3-4 öğün olan günlük beslenme düzeni, Ramazan ayı boyunca 24 saat dilimi içerisinde iki öğüne inerek kişiyi nefsiyle mücadeleye zorlamaktadır.
Bu dönemde beslenme açısından en yaygın uygulama, iftar yani oruç açımında büyük bir öğün, sahurda ise hafif öğün ile yemek şeklindedir. Beslenmedeki bu anlamlı değişikliğe bakıldığında genel olarak vücuda alınan toplam yiyecek alımında nispeten bir sınırlanma olur ve bu da enerji alımında azalmaya ve kilo kaybına yol açabilmektedir. Oruç tutumu boyunca en çok merak edilen ve bilim adamlarınca tartışılan durum ise vücudumuzda oluşan metabolik değişikliklerin ne yönde değiştiğidir. Tüm bilimsel veriler değerlendirildiğinde oruç tutan sağlıklı kişilerde vücudun homeostatik (denge) mekanizmalarının dengelenmesi nedeniyle-korkulacak düzeyde- elektrolit düzeyinde düşüklük yaratmadığı, bedenin pH dengesinin bozulmadığı yönündedir. Bazı çalışmalar, oruç tutan kişilerin yemek yeme düzenlerinde şayet aşırı miktarlarda yemek tüketilmezse kilo verilebildiğini kanıtlamakta, bazıları ise açlık korkusu ile aşırı yüklenme veya yüksek kalorili besinlerin yenilmesi ile bu dönemde hızlı kilonun alındığını ortaya koymaktadır. Oruç tutmanın sağlıklı bireyler üzerinde olumlu etkiler yarattığını gösteren pek çok çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmalar, sadece orucun sağlık üzerindeki olumlu etkilerini değil aynı zamanda kan yağları ve kolesterol türevleri ile günlük alışkanlıklarda da önemli yararlı etkileri olduğunu bildirmektedir. Bununla birlikte yapılan çalışmalarda ramazan süresince öğün örüntüsü ve saatlerindeki değişiklikler nedeniyle, besin alımında ve iştahta azalma olduğu saptanmıştır.
Ramazanda güneşin doğuşundan batışına kadar geçen süre boyunca, besin ve sıvı alımındaki azalma nedeniyle enerji depolarındaki tükenmeye bağlı olarak metabolizma yavaşlamaktadır. Bunun yanında, vücut su miktarındaki azalma özellikle ramazanın ilk haftasında önemli bir sorun haline gelebilmektedir. Bu nedenlerle özellikle ramazanın ilk haftasında sıvı alımının artırılması ve ramazan süresince iftar sonrası öğün sayısını artırarak enerji alımının dengelenmesi çok büyük önem taşımaktadır.
Farklı metabolik durumlarda yaşanmaktadır. Gün boyunca açlık ile kan şekeri düşebilmekte, buna bağlı olarak üşüme, halsizlik, baş ağrısı ve dikkatle azalmaya bağlı olarak günlük işlere karşı isteksizlik olabilmektedir. Oruç tutma nedeniyle günde 2 öğün beslenme şekli, bireyin besin öğeleri gereksinimi dediğimiz karbonhidrat, protein, yağ, vitamin ve minerallerin yeterli düzeyde almasını engelleyebilmektedir. Bu durum beslenme açısından risk altında olan hızlı büyüme ve gelişme çağındaki çocuk ve adolesan(ergen), hamile ve emziren anneler, yaşlı ve hastalar ile ağır işte çalışan işçi ve profesyonel sporcular için sorun yaratabilir. Ramazanda kronik hastalığı olan bireyler üzerinde yapılan çalışmalar yok denecek kadar azdır. Hamilelik sürecinde sağlıklı kilo alımının bebeğin gelişimi açısından önemli olduğu çok iyi bilinmektedir. Özellikle 2-3 aylık dönemde kilo alımının olmaması düşük doğum ağırlıklı bebeklerin dünyaya gelmesinde çok önemli bir faktör olarak değerlendirilmektedir. Bunun derecesi açısından günümüzde bilim adamlarının ortak görüşü bulunmamaktadır. Bilinen bir bilimsel gerçek de günde 1500 kalorinin altında kısıtlı diyet uygulamanın dahi bebeğin gelişimini çok az etkilediği de bildirilmektedir. Oruç tutmak bilindiği gibi kalori kısıtlaması değildir. Hatta iftar ve sahurda dengeli bir beslenme yapıldığında annenin sağlıklı kilo alması da sağlanabilir. Oruç süresince hamile olan ve olmayan kadınların açlık durumlarının benzer olduğu, metabolik değişikliklerin de benzer olduğunu gösteren çalışmaların olması, kan şekeri, insülin düzeylerinde bile değişikliklerin oluşmaması sağlıklı hamile annelerin de oruç tutabileceğini göstermektedir. Burada açlığa bağlı şiddetli halsizliği olan, açlığı tolere edemeyen hamile annelerin oruç tutmasına izin vermemekte fayda olduğu belirtilmelidir. Ancak emziren anneler de oruç tutarsa açlığa bağlı toplam vücut suyunda yüzde 8’lik oluşan kayıp, kanda ürik asit ve sodyum elektrolitinde artış ve annenin sütünde bulunan sodyum, potasyum ve laktoz içeriklerinde değişimlerdeki endişeler bulunması açısından oruç tutmakta dikkatli olunması gerektiği belirtilmektedir.
Dikkat edilmesi gereken önemli hususları göz ardı etmemek gerekir. Özellikle oruç tutarken yeterli ve dengeli besin alımı sağlayamayanlar, sistemik hastalığı olup ancak metabolik kontrolü iyi olmayanlar, günlük belirli zaman dilimlerinde ilaç almak gerekliliği olanlarda oruç tutmanın sakıncaları bireye mutlaka anlatılmalıdır.