Orta Avrupa gezi notları…

Macaristan Budapeşte; Avusturya Viyana; Çekoslovakya Prag kentlerini kapsayan 8 günlük bir geziyle Orta Avrupa'yı da gördük. Meraklısı 'yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat” der. Amaç gezilen yerlerle yaşanılan yerler...

Macaristan Budapeşte; Avusturya Viyana; Çekoslovakya Prag kentlerini kapsayan 8 günlük bir geziyle Orta Avrupa’yı da gördük. Meraklısı “yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat” der. Amaç gezilen yerlerle yaşanılan yerler arasındaki farkları öğrenmektir. Bazıları, Avrupa’nın kuzeyini “ıslak ülkeler” güneyini de “tozlu ülkeler” diye tanımlarlar. Daha yeşil ve daha temiz ülkeler olması biraz da coğrafyadan kaynaklı. Gezerken aklınıza “süt dök, yala” deyişi gelebilir. İklim soğuk ve yağışlı, bunca yeşile karşın bitki zenginliği açısından Akdeniz’e göre hayli fakirdir. Haliyle beslenme kültürleri ete dayalı; alışkın değilseniz yemek konusunda sıkıntı çekebilirsiniz. Metrekarelik ölçek içinde 2 veya 3 farklı bitkiye karşılık ülkemizde 10 farklı bitki sayabilirsiniz. Bizde başaklar gebe ve hasat başladı başlayacak; oralarda sürgünler yeni boy almaya başladı. Çok fotojeniksiniz diyenin dilinin altındaki bakla “aslında sen güzel” değilsindir. Budapeşte için durum farklı; hem fotojenik hem de çok güzel bir şehir. En saygın bölgesinde bir park aralığına Mustafa Kemal Atatürk adı verilmiş. Gezerken kendinizi Türkiye’de hissedebilirsiniz. Nedeni Macarca'nın aynı dil birliğinden geldiğidir. Gezerken okuduklarınız size Türkçe gibi “biliş, biliş” gelebilir. Macaristan ve Çekoslovakya AB Birliğine girdikleri halde hala kendi paralarını kullanmaya devam ediyorlar. Onlar paralarını seviyorlar, biz sevmiyoruz. 1 cent onlarda değerdir, bizde 3 katı olan 5 kuruş değer değildir. Dirliklerini ve onurlarını korumaya çok özen gösteriyorlar. İmdat ve çıkış kapılarının üzerinde olanlar dışında hiçbir yerde farklı dil bulamazsınız. Ata mirası yapılarını korumaya ve yeni nesillere miras bırakmaya çalışıyorlar. Dönüşüm projeleri adı altında rant sahaları imara açıldıkça kentlerimiz “Bakırköy açık ruh hastaneleri” haline dönüşüyor. Trafik arapsaçı, yeşil yok, sosyal donatı alanları kayıp. Reklam uğuruna binalarımız bile türbana sokulmuş durumda. Sokaklar; hurdalığın bile kabul etmeyeceği hurda araçlarla dolu, kimse merak edip yıllarca bu burada niye duruyor diye sormuyor! Demek ki kimse görüntüden rahatsızlık duymuyor. Biz bize benzeriz, bizden olmayanı da bize benzetiriz! Komşumuz Almanlar Meltem Sokak'ta 2 aydır yüzme havuzu yalıtımı yaptırıyorlar, sokağın hali perişan; sanırsınız kendi ülkelerinde de böyle çalışıyorlar. Belvedere Sarayı, Schonbrunn (güzel pınar) parkı ve katedraliyle ünlü valsler şehri Viyana’yı gezerken “surlar nerede?” sorusu aklınıza takılıyor. Viyana’yı en güzel; Mehmet Ali Paşa’nın 2. Kuşatma sırasında çadır kurduğu tepeden seyrederek algılayabilirsiniz. Viyana’nın 40 kilometre güneyinde bir av köşküne gittik. Mayerling faciası diye de bilinen ve filmlere konu olan olay; tahtın varisi Prens Rudolf genç sevgilisi Maria ile evlenmek istemesiyle başlar. Sarayın karşı çıkması üzerine çift av köşkünde intihar ederler. Saçma ve ucuz konuyu batılı turizm ürünü haline getirebiliyor. Köşk, mimari olarak bizim Kaymakamlık binasının krem renkli olanı. İlk iki odası süslü, diğer odalar hiç kimseyle görüşmeyen inzivaya çekilmiş 8 rahibe tarafından kullanılmakta. Ağzı açık ayran budalası gibi konuyu ilginç bulan gruptan bir arkadaş; tesadüf bu ya, Kayserili ve Kayseri’deki eşsiz, mükemmel Güpgüpoğlu konağını gezmemiş. Mimari değer ve kültür anlamında neye sahip olduğunun farkında değil. Ama onun için, kart zampara prensin hikayesi daha önemli. Prag-Dresden arasında Terezin Nazi Çalışma Kampına gittik. Utanmamak ve üzülmemek mümkün değil. Kampta; “Arbait Macht Frai” (çalışmak özgür kılar) yazısı çektirilen işkenceleri anlatmaya yetiyor. Ölü yakma fırını (krematoryum) kanınızı donduruyor. Gezerken aklınıza ister istemez Silivri geliyor. Benzerlik var mı? Elbette var; insana sevgide ve saygıda yapılan her kusur herkese yapılmış sayılmalıdır. Hukukun yavaş işletilmesi de suçtur. Gruptan bazı arkadaşlar; Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi ünlülerin kaldığı Sinop Cezaevinin bu kamptan hiç eksik olmadığını belittiler. Almanlardan pek farklı olmadığımızı ve barbar olduğumuzu ima eden birini paylamazsam bana gezi haram olacaktı. Son 50 yılı bilmem, ama çocukluğumdan hatırlarım; esnaf camiye giderken dükkanının önüne sandalyesini koyardı. Kapıyı kilitlemek insanlara saygısızlık olarak görülürdü. Şu sözcükler Türkçeye sonradan girmiş; “barbar, işkence, haydut, çete, şaki, eşkıya, terörist, mafya, gangster” gibi… bu benim düşüncem değil. Alıntı; Ermeni yurttaşımız Sevan Nişanyan’ın “Elif’in Öküzü” isimli kitabından. Öğrenebildiysek eğer; işkenceyi de hırsızlığı da batıdan öğrendik. Diyeceksiniz, Prag yazının neresinde? Tarihi kentlerimizi rant karşılığı talan edenlerin; eğer utanma duygularını hala kaybetmedilerse, ilk görmeleri gereken şehir Prag’dır. Yazıyı “Bir taşına tüm Acem mülkü feda” olan İstanbul’a sevgi ve saygıyla bitiriyorum…