Geçtiğimiz bir yıl boyunca “Hayatımdaki olaylara, çevremdeki gelişmelere ve değişimlere, diğer insanların hayatı yaşayış şekillerine, dünyanın gidişatına, gördüklerime, duyduklarıma hiçbir şekilde önyargı ile yaklaşmadım.” diyen var mı içimizde?
“Evet! Ne olursa olsun olaylara, durumlara ve kişilere karşı, önyargı penceremin perdesini ufacık bile olsa kesinlikle aralamadım, dünyada olanlara bu pencereden bakmadım.” diyenlerdenseniz eğer bugünkü yazımızı okumaya başlamadan önce size itiraf etmem gereken önemli bir husus var aslında: Hepimiz gündelik yaşantımızda her zaman olmasa da sık sık perdeyi aralayıp önyargılarımızın penceresinden hayata bakıyoruz. Bu gerçekle yüzleşmek sizi üzebilir. Çünkü sonuçta William Hazlitt’in dediği gibi “Önyargı, cehaletin çocuğudur.”
Önyargıyı ister Hazlitt gibi siz de cehaletin çocuğu olarak, isterseniz yanlış ve kötü şeyler yapılmasına yol açan sürecin ilk adımı, düşüncelerin en tehlikelisi olarak ya da çocukluğunuzdan itibaren anne babanız ve dış dünyadaki diğer insanlar tarafından size öğretilen düsturların birleşimi olarak tanımlayın. Tanımınız nasıl olursa olsun sonuç pek değişmiyor aslında. An geliyor ve yapmam dediğiniz şeyi yapıyorsunuz; yani önyargınız ile harekete geçiyorsunuz.
Önyargı ile harekete geçince ne mi oluyor?
Gerçekler bir kenara koyulup o gerçeklerin üstü bir güzel örtülüyor ve sanki hiç var olmamış gibi davranılıyor. Sonra da dününüzle bugününüzü harmanlayarak oluşturduğunuz süzgeçlerinize göre üstü örtülen o gerçeklere yeni anlamlar yükleniliyor. Ve maalesef bir anda tek gerçek haline gelen bu yeni anlamlara yürekten inanılıyor. İnanç zamanla o kadar güçlü o kadar büyük bir hal alıyor ki, bir süre sonra buna sıkı sıkıya bağlanılıyor. İşte olanlar da o zaman oluyor. Artık önyargı penceresinden hayata bakılmaya ve hayat önyargılara göre yaşanmaya başlanılıyor.
Önyargılar hayatının rutin akışında hiç beklenmedik şekilde ve zamanda ortaya çıkıyor çoğu kez. Kimi zaman “Erkekler ağlamaz, sil gözyaşını” sözleri ile bir dönem hepimizin diline dolanan şarkıda, kimi zaman trafikte sinirlenince bir anda ağzımızdan dökülen “Kadın şoför sonuçta. Yine trafiği katletti!” cümlesinde, kimi zamansa “Bu çocuğun bir baltaya sap olamayacağı baştan belliydi.” ifadesindeki hayal kırıklığında, “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır.” klişesinde ya da “Kızlar matematikte erkekler kadar iyi değildir.” şeklindeki başarısızlık tanımlamasında varlığını gösteriyor.
Her önyargı başka duygulara ve farklı davranış örüntülerine sebep oluyor: Kızgınlık, öfke patlamaları, dedikodu, gereksiz rekabet, iletişimi sonlandırma, dinlememe, kırıcı ve üzücü önlemler alma, vazgeçme ya da pes etme gibi. Hiçbir zaman günaydın demeyen komşunuz ile karşılaştığınızda, yapılmasından hoşlanmadığınız davranışları sıkça tekrarlayan iş arkadaşınızla aynı toplantıya girdiğinizde, aynı inanca sahip olmadığınız diğer insanlarla buluştuğunuzda, büyük işlere imza atacağınız yeni ofisinizde sizinle birlikte çalışmak için yapılan başvuruları değerlendirdiğinizde önyargılarınız, iç sesiniz olarak devreye girip hangi duyguyu yaşayacağınıza ve nasıl davranacağınıza karar vermenizi sağlıyor.
Özetle önyargılar mevcut olan bilgilerin üzerinde rasyonel ve gerçekçi bir şekilde çalışmak yerine hafızanızda kayıtlı olan bilgileri hızlı bir şekilde taramanız sonucunda otomatik olarak vardığınız yargılarınız ile hayata bakmanıza sebep olur.
Sizce de önyargılarımızın bizi ele geçirmesine engel olmamızın zamanı gelmedi mi artık…