Önce solucanlar kayboldu

DENİZİN tam sahile vurduğu noktadan, kumu 15-20 cm kazdıktan sonra çıkarırdık. Latincesi Arenicola marina olan deniz ya da kum solucanına özellikle mırmır balığı bayılırdı. Meğerse, organik beslenen solucanlar, 'U” şeklinde olan...

DENİZİN

tam sahile vurduğu noktadan, kumu 15-20 cm kazdıktan sonra çıkarırdık. Latincesi Arenicola marina olan deniz ya da kum solucanına özellikle mırmır balığı bayılırdı. Meğerse, organik beslenen solucanlar, “U” şeklinde olan yuvalarına çektikleri suyu, içerdiği partiküllerden arındırırlarmış yani denizi temizlerlermiş. İlk önce onlar yok oldular…
Aynı kumsaldaki kum yengeçleri biraz daha dayandılar. Denizin gel-git zamanlarında, dalganın kıyıya en çok girdiği alanda yaptıkları ince ve derin yuvalarda yaşarlardı. O yılların sakin Alanya şehir içi sahilinde, sabahın erken saatlerinde daha biz top oynamadan beslenmeye çıkarlardı. Kum renginde olduğu için “hayalet yengeç” de denen Ocypode quadrata’lar inorganik kirleticilerden etkilendiği için çok değerli bir ekolojik göstergeydi. Onlar da artık yok…
Denizden karaya doğru kumsalın bitip, otların yeşerdiği alanda ise kum zambakları vardı. Ağustos ayında, karadan denize esen poyrazla sürüklenen enfes bir koku yayarlardı. Bir tür zambak olan Pancratium maritimum’un üstünü betonla doldurup, ucube belediye hizmet binası yaptılar! Şimdi soğanının ülke dışına çıkarılması suçmuş!
Ahtapotlar tahta iskele kamelyasının gölgesine gelir, öğlen sıcağında diğer deniz canlılarıyla o bölgeyi adeta bir akvaryuma döndürürlerdi. Şnorkelle dalıp çıkarmak istediğiniz bir konserve kutusunun içinden aniden çıkıverip, sizi soluksuz bırakırlardı. Kollarını ve gövdesini o küçücük kutuya nasıl sokabildiğine şaşardınız. Bir kafadan yumuşakça olan Coleoidea’yı da artık göremiyoruz.
Denizkestanesi tersane ve iskele restoran önündeki kayalarda çok boldu. 1970’li yıllarda bir turistik nesne olarak, dikenden arındırılmış renkli kabuğuyla hizmete sokuldu. Kabuğunun içindeki lezzeti iyi ki çok fark eden yoktu. Fosil incelemelerinde 450 milyon yaşında olduğu belirtilen Paracentrotus lividus, su kirliliği tespit çalışmalarında “biyotest canlısı” olarak kullanılıyor. Yani onun varlığı deniz temizliğinin bir göstergesi sayılıyor. O da dayanamadı…
Çocukluğumda Alanya kazların göç rotasındaydı. Havai fişeklerin yerli yersiz atılmadığı o sakin kasaba geceleri kazların sesleriyle inlerdi. Kazlar Oba’daki, göl adı verilen bataklık, sulak alanda mola verirdi. Bölgedeki yapılaşma bir çok göçmen kuşu da rotasından alıkoydu. Göçmen kuşların, konakladığı sürelerde o bölgedeki bir çok zararlıyı besin olarak avladıklarını o zamanlar bilmiyorduk; aslında hala bilmiyoruz…
Canlılar büyük bir eko-sistem içinde yaşamlarını sürdürürken, evrim zincirinin en son ve tehlikeli türü olan Homo Sapiens (İnsaniyet!) bir kabus gibi habitatın üstüne çöktü. Gelişim uğruna milyonlarca yılda oluşmuş o müthiş düzeni bozdu; bozmaya da devam ediyor. İnsaniyetin akıllı olanları, bir süre sonra yaşanılmaz kıldıkları yer küreyi kurtarma adına harekete geçtiler.
Diğerleri ise, hava kirliliği; denizin böcek ilacı, arıtmasız şehir kanalizasyon deşarjı, deterjan artığı, petrol platform sızıntısı ile pislenmesi; kıyıların harap edilerek dengesinin bozulması; barajlarla denize kum akımının kesilmesi; yerleşime açılan yeşil alandaki toprağın denize akarak kaybı; taş ocakları nedeniyle orman varlığının tüketilmesi; kum, çakıl ocaklarıyla çay debisinin değiştirilmesi; HES’lerle vadilerin kurutulması sorunlarını es geçip, Dünya Çevre Günü olan 5 Haziran’ı “yerlere çöp atmayın” sloganına indirgeyerek kutlamaya devam ettiler. Yangından mal kaçırırcasına, çevreciliği asıl anlamından uzaklaştırarak; aslında vebali üstlenerek…