Okuduğunu anlama kültürü

ANLATILANI doğru algılamak ya da doğru anlamak, bir eğitim işidir. Belli bir alt yapıyı, belli bir kültür birikimini gerektirir. Okuduğunu anlamak da öyledir. Gerek aile içinde ve gerekse okullarımızda, bu tür eğitime önem verilmiyor,...

ANLATILANI

doğru algılamak ya da doğru anlamak, bir eğitim işidir.

Belli bir alt yapıyı, belli bir kültür birikimini gerektirir.

Okuduğunu anlamak da öyledir.

Gerek aile içinde ve gerekse okullarımızda, bu tür eğitime önem verilmiyor, ne yazık ki.

Çocuklarımızın büyük bölümü, anlatılanı ve de okuduğunu, “anlama ve algılama yetisini kazanamadan” hayata atılıyor.

Dolayısıyla da hayatın tümünün, kendi algıladıkları kadar olduğunu sanıyorlar.

Çünkü insanlarımız, söylenenleri, anlatılanları tam olarak dinlemiyor; dinlemediği için de olayları doğru kavrayıp, doğru sonuca ulaşamıyor.

Okuma konusu da öyle…

İnsanımız okuyor ama üstünkörü okuduğundan ya da koşullanarak okuduğundan; yazının özüne erişip, yazarın ne demek istediğini anlamıyor. Anlamadığı için de kendince kel alaka sonuçlar çıkarıyor, kel alaka yorumlar yapıyor.

Eğitmeyi beceremediğimiz insanlarımızın bu yanlış düşünceleri, her alanda, her konuda hepimizi etkiliyor.

Örnek mi istiyorsunuz?

Verelim.

Yıllardır, diğer yazar arkadaşlarımla birlikte, artık iyice zıvanadan çıkan “trafik disiplini ve gürültü kirliliği” konularında, yazılar yazıyor; ilgili kurumlara çağrılar yapıyoruz.

İşimize gelse de gelmese de, itiraf etmekten kaçınsak da kaçınmasak da; bu kentte, insanları rahatsız eden bir sürücü güruhu var.

(Altlarındaki her tür aracı, kuralına ve amacına uygun olarak kullanan sürücüleri tenzih ederim.)

… …

Biz yazılarımızda, altlarındaki araçlarını gürültü makinesi olarak kullanan sürücülere diyoruz ki;

“… Canım kardeşim, güzel kardeşim;

Burası bir kent; aynı zamanda bir turizm kenti.

Bu kentte yaşayan insanların büyük bölümü, bu sektörden karnını doyuruyor.

Bu sektör, hassas bir sektör.

Kirliliğin, disiplinsizliğin ve düzensizliğin her türüne alerjisi var bu sektörün.

Gürültü kirliliği ve trafik disiplinsizliği de bunlardan biri.

Ve sen, bile bile bu kirliliklerin kaynağı oluyorsun.

Deldiriyorsun altındaki iki ya da dört tekerli araçların egzozlarını ya da özel patlayıcı aparatlar ilave ettiriyorsun aracına; sonra da günün yirmi dört saati, sabah demeden, akşam demeden, okul önü, hastane önü, cami önü demeden inim inim inletiyorsun ortalığı.

Ne kural tanıyorsun, ne hak, ne hukuk…

Ne trafik ışıklarına uyuyorsun, ne de trafiğin diğer kurallarına…

Kırmızı ışıkta tüm araçlar beklerken, sen basıp gidiyorsun, tek yönlü sokaklara pervasızca dalıyorsun.

Yayalara ait kaldırımları, refüjleri pervasızca kullanıyor; normal yollarda da diğer sürücüleri sıkıntıya sokacak şekilde araçlar arasında slalomlar yapıyorsun.

Ne hakkın var buna?

Dağ başı mı burası?”

… …

Yazdıklarımızın özü bu.

Buraya kadar yazdıklarımızda, bir yanlışımız var mı?

Yok.

Yok ama malum zihniyetli, malum kişilerden, anında tepkiler geliyor.

“Ne demek istiyorsun sen; motorlarımızı yakalım mı?

Ya da “Motosikletlerimizi trafiğe çıkarmayalım mı?

Ya da “Gara Java, bu kentin sembolüdür, dolayısıyla herkes onun çıkardığı sese ve onun sürücüsüne tahammül etmek zorundadır…”

Ya da beni gerçekten çok üzen, kadim dostun mesajı gibi mesajlar geliyor.

O kadim dost, Mehmet Ali Dim’in face sayfasında yayımladığı Alper Kutay’ın konuya ilişkin olarak kaleme aldığı Hey Sen Motosikletli Çocuk adlı yazısının altına, (beni kastederek) yazdığı ileti de şöyle diyor.

“Alanya’da motosiklet, bir ekmek kapısıdır... Kimse kimsenin ekmeğiyle oynamasın… Sapla saman karıştırılmasın… Mobilet/motor sesine alerjisi olup, eline kalemi alıp bu güzide gazetenin köşelerini meşgul etmesin…”

Diyorlar…

Ne diyor kadim dost; “sapla saman birbirine karıştırılmasın”

Peki ben ne diyorum, bu konuda kaleme aldığım o yazıda?

“…Burası dağ başı değil Ustalar (!), yanlış yapıyorsunuz. Kötü örnek oluyorsunuz. ‘Herkes beni görsün, beni izlesin, benim farkıma varsın’ kompleksi ve görgüsüzlüğüyle, motosikletlerinize ilave ettirdiğiniz o özel(!) aparatların çıkardığı iğrenç seslerle, sevimsiz oluyorsunuz.

Altlarınızdaki o iki tekerli garabetlerin çıkardığı rahatsız edici seslere bile zor tahammül edilirken; üstüne üstlük verdiğiniz ara gazlarıyla ortalığı inletiyor; insanları korkutuyor, rahatsız ediyorsunuz.

Ne hakkınız var buna?

Dağ başımı burası?

Ayrıca da niye böyle yapıyorsunuz?

Sizin hasta ananız, babanız; hamile eşiniz, bacınız; istirahat etme durumunda olan yakınınız olmadı mı hiç?

Ne zevk alıyorsunuz, bu iğrenç sesleri çıkaran, çıkartan olmaktan?”

… …

Şimdi soruyorum, bu yazı(ları)mın (vaktiniz olursa eğer bu konudaki diğer yazılarımı da okuyun lütfen) neresinde; “motosikletleri trafikten men edelim” şeklinde bir ibare var?

“Altlarınızdaki iki ya da dört tekerli araçlarınızı, insanları rahatsız edecek şekilde kullanmayın” özet başlığı altında toplanabilecek yazılarımın; neresinde, ne diyorum da motosiklet kullananların ekmek kapısıyla oynamış oluyorum?

Şimdi tekrar dönelim bu yazımın başına.

Ne diyorum ben?

“Anlatılanı doğru algılamak ya da doğru anlamak, bir eğitim işidir.

Belli bir alt yapıyı, belli bir kültür birikimini gerektirir.

Okuduğunu anlamak da öyle…”