GANALI "Ebu Nuh" vakasını duyduğunuzda "Vah zavallılar, bir de bize cahil derler!" diye iç geçirip bıyık altından güldüyseniz, acele etmeyin. O gülümsemenizi bir kenara park edin; çünkü bu olay ne sadece Gana’nın yerel bir folkloru ne de Afrika’nın sıcağından bunalmış insanların bir anlık cinneti.
Bu, insanoğlunun binlerce yıldır genetik koduna işlenmiş olan o kadim "korku ve kurtuluş" arzusunun dijital çağdaki trajikomik bir sürümüdür.
Kendisine cemaatinin parasıyla 100 bin dolarlık lüks bir zırhlı araç alan bu "uyanık", aslında dünyanın her köşesinde karşımıza çıkan o meşhur prototipin son model temsilcisi.
Sadece aksanı farklı, taktiği aynı.
Sanmayın ki sadece Gana’da "safı seven hatipler" sahnede. Bu işin coğrafyası yok, sadece vizyon farkı var.
Paris, 1925: Victor Lustig isimli bir dahi, Eyfel Kulesi’nin bakım masraflarının devleti batırdığını ve kulenin hurdaya çıkarılacağını söyleyerek kuleyi koskoca hurdacılara iki kez sattı.
İnsanlar, "Devletin gizli operasyonuna dahil oluyoruz, köşeyi döneceğiz" hayaliyle paraları bavulla teslim ettiler. Eyfel yerinde kaldı, Lustig ise kayıplara karıştı.
Amerika, 1920: Charles Ponzi, posta kuponları üzerinden öyle bir saadet zinciri kurdu ki, insanlar birbirini ezerek paralarını ona teslim etti.
Sosyolojik taban bugün de aynı: "Terlemeden kazanma tutkusu." Bugün hala birileri WhatsApp gruplarında "Şu coin uçacak, bu sistem batmaz" diyorsa, Ponzi’nin ruhu aramızda dolaşıyor demektir.
Heaven’s Gate Tarikatı’nı hatırlayın. Onlarca eğitimli insan, Hale-Bopp kuyruklu yıldızının arkasında gizli bir uzay gemisi olduğuna ve ruhlarının oraya ışınlanacağına inanarak toplu halde "check-in" yaptılar.
Ebu Nuh’un "Gemiye binin, 25 Aralık’ta kopuyoruz!" çağrısından ne farkı var? Biri uzay gemisi bekliyor, diğeri tahta gemi. Sonuç? Biri ahirete, diğeri galeriye gidip 100 bin dolarlık SUV alıyor.
Bizim köy kahvelerinde satılan "Saddam’ın altın çakmağı" hikayesini düşünün. Alan adam sadece bir çakmak almaz; o efsanevi gücün, o diktatörlük ihtişamının küçük bir parçasını cebine koyduğuna inanır.
O çakmakla sigarasını yaktığında, kendini Bağdat’ın hâkimi gibi hisseder. Saf ama gururlu bir hayalperesttir o.
Ganalılar 25 Aralık’ta kıyamet kopmayınca neden Ebu Nuh’u linç etmedi? İşte burası psikolojinin en karanlık ve eğlenceli yeri: nsan, feci şekilde yanıldığını ve dolandırıldığını kabul etmektense, dolandırıcının sunduğu "Tanrı, samimiyetimizi ölçmek için süreyi uzattı, daha büyük bir gemi inşa etmemizi istiyor" yalanına sarılmayı tercih eder.
Yanıldığını kabul etmek; giden paradan daha çok, o güne kadar kurduğu tüm kimliğin ve egonun çökmesi demektir. Yani aslında dolandırıcıya değil, kendi hayallerine olan sadakatlerinden susarlar.
Eğer bir teklif gerçek olamayacak kadar güzelse, muhtemelen gerçek değildir. Saddam’ın çakmağı bizim köy kahvesine nasıl düştüyse, Nuh’un Gemisi’nin VIP biletleri de yarın başka bir kapalı grupta karşınıza çıkacaktır.
Mesele sadece Ganalıların saflığı değil, insanoğlunun gerçeklerin sıkıcılığından kaçıp "mucizelerin" o ışıltılı dünyasına sığınma açlığıdır. O gemi hiçbir zaman limandan kalkmayacak, hiçbir uzay gemisi bizi alıp Andromeda’ya götürmeyecek. Ama o 100 bin dolarlık lüks araçların deposu, her zaman o mucize bekleyen insanların umuduyla dolmaya devam edecek.
O gemiye binmeye çalışırken karada kalanlara selam olsun.
Esen kalın, mantıklı kalın..