Öğretmen, öğrenci, genç, yaşlı ya da ebeveyn olmamız fark etmeksizin hepimizin ağzında ortak bir cümle vardır: Bize göre eğitimde reformlar yapılmalıdır. Öğrencilerin daha iyi öğrenebilmesi, çocuğun ve toplumun gelişiminin sağlanabilmesi, eğitimin kalitesinin ve niteliğinin artırılması için reforma ihtiyaç duyulduğuna inanırız.
Bazen yüzeysel bazense köklü değişimler yapılmaktadır eğitimde zaten. Peki ya sonuçlar? Reformların bazılarının etkisi olumluyken bazılarının etkisi ise o kadar olumlu olmuyor. Yani reformlara rağmen öğrenci için hedeflenen öğrenme, istenilen düzeyde gerçekleşmiyor; emekler karşılığını bulamıyor.
Bütün yaşamını okulda, okul yolunda, okuldaki başarısını artırmak için gittiği kurslarda, okuldaki arkadaşları ile okulda yaptıklarını konuşarak geçiren öğrenci, nasıl oluyor da öğrenemiyor? Öğrenci, öğretmenler ve ebeveyn için eğitim sisteminde süreç belirli; genel çerçeve çizili. Bütün olarak incelendiğinde her şey yolunda. Öğrencinin öğrenmesi için atılması gereken bütün adımlar net.
Öğretmen derse giriyor. Konusunu anlatıyor.
Sınıftaki öğrencilerine konu hakkında anlayıp anlamadıkları var mı diye soruyor. Gerekirse konuyu tekrar ediyor ve pekiştirmek için soru çözüyor. Tekrarlar için ev ödevleri veriyor ve bunları kontrol ediyor. Öğrencisinin çözemediği soruyu çözüyor, konuyu tekrar özetliyor.
Öğrencileri konuyu öğrensin diye çırpınıp duruyor.
Çocuk eve geldiğinde ailesi gününün nasıl geçtiğini soruyor: “Dersler nasıldı? Sınav sonuçların belli oldu mu? Peki, sınıfta kaçıncısın?”. Çocuğu ile yakından ilgilenen ebeveynler ders çalışması için çocuğunu teşvik ediyor, ödevlerine yardımcı oluyor hatta proje ödevlerini birlikte yapıyorlar. Bununla da yetinmiyor hayatını çocuğuna adıyor resmen. Çocuğu ders çalışsın diye dışarı çıkmıyor, evine misafir gelmesine izin vermiyor, televizyonunu kapatıyor.
Çocuğun öğrenmesi için büyük bir çaba sarf ediyor.
Öğrenci okula gidiyor, dersi dinliyor, notlarını alıyor, akşam evde konusunu tekrar ediyor, ödevlerini yapıyor, sorularını çözüyor. Çözemedikleri için ebeveyninden, öğretmeninden, arkadaşından, çevresinde kendisine yardımcı olabilecek kim varsa, yardım istiyor.
Çocuk elinden gelen her şeyi fazlasıyla yapıyor.
Öğrenci, öğretmen ve ebeveynler ellerinden geleni ve hatta fazlasını öğrenme gerçekleşsin diye yapıyor. Birlikte, aynı amaç için çabalamalarına rağmen beklenen düzeyde öğrenme gerçekleşmiyor.
Birlikte, aynı amaç için hareket etmek, süreçte atılması gereken adımları bilmek ve buna göre hareket etmek… Her şey mükemmel derecede iyi geliyor kulağa. Detaya indiğimizde ise eksikler ve olumsuzluklar karşımıza çıkıyor.
Olumsuzluklarla ilk sınavlarda karşılaşıyoruz. Sınav sonuçları analiz başarısız ya da başarısı yeterli görülmeyen öğrenciler görüyoruz. Bu durum öğrencide motivasyon kaybı ve inançsızlık, ebeveynde öğrenci üzerinde baskı kurma ve öğrenciye olan güvenini yitirme, öğretmende ise öğrenciye dair olumsuz etiketleme olarak karşımıza çıkıyor.
Olumsuzluklar bununla da bitmiyor. Karşımıza yeni bir tablo çıkıyor:
Çalışmaktan kaçmak için her yolu deneyen ve ne olursa olsun anlamayacağına bütün kalbiyle inanan öğrenciler…
Çocuğunun yeterince çalışmadığına, sosyal medyada fazla vakit geçirdiğine, çalışmaya teşvik etmenin yolunun mahrum bırakmaktan ve yasaklardan geçtiğine, bağırmanın, azarlamanın ve kıyaslamanın motive edeceğine inanan ebeveynler…
Öğrencinin benlik kavramını olumsuz etkileyen tanımlamalar kullanan öğretmenler…
Peki, bu durumda ne yapılmalıdır?
İster öğretmen olun ister ebeveyn olun, eğer öğrenciye bir şey öğretmek istiyorsanız öncelikle bağ kurmalısınız.
Bir sonraki adım öğrencide özdenetimin ve irade yeterliliğinin geliştirilmesidir. Böylece öğrenci hedefi için tepkilerini ve motivasyonunu dış bir güce gerek duymaksızın kendi kendine yönetebilir.
Hedeflenen akademik başarıya ulaşabilmek için üçüncü adımsa öğrencinin gelişen zihniyle gelişen bedeni ve psikolojisi arasında ilişki kurmaktan geçmektedir.
Bu iş elbette zordur. Ama imkansız değildir. Bunu hep birlikte başarabiliriz.