MUSUL
bugün bir şehir olarak algılansa da gerçekte çok daha geniş bir coğrafyanın, Kerkük, Erbil ve Süleymaniye şehirlerini de içine alan, Osmanlı'nın Irak vilayetlerinden birinin adıydı.
Osmanlı İmparatorluğumuz çökerken Musul vilayeti Misak-ı Milli içinde sayılmasına karşın o zamanın şartları Musul vilayetinin kurtarılmasına yetmemiştir.
Bugünkü Musul şehri Irak yönetiminin bir tek kurşun atmadan IŞİD cinayet şebekesine teslim ettiği, şimdi IŞİD'in elinden alınmaya çalışılan ve geleceğinin ne olacağını kimsenin bilmediği; bikoş yerel ve küresel güçlerin iştahını kabartsa da Türkiye'mizin diğer bütün güçlerden daha fazla hak iddiasında bulunabileceği bir Türk-Arap şehridir. Biz Türkler Ankara'ya henüz geldiğimizde Musul en azından 100 yıllık bir Türk şehriydi ki, bu niteliği o günden bu yana sadece 100 yıllık bir kesintiye uğramıştır.
2016 Yılı ekim ayında Musul sahipsizdir, işgal edilmiştir. Musul artık Irak egemenliğinde bir Arap şehri değildir. Türk ve Arap nüfusunun yaşadığı, bin yıllık Türk tarihinin bir parçası ve Kerkük'le birlikte kimliği de Türk olan bir şehirdir. Türkiye'mizin orada var olmak için söz konusu bütün ülkelerden çok daha fazla geçerli, tarihi ve reddedilemez gerekçeleri vardır.
Sorun Musul'un IŞİD'den kurtarılması değil, daha sonrasının ne olacağıdır. Bazıları aç bir kurt gibi beklemekte, İran ve ABD ülkemizin varlığını istememekte, Irak sömürge yönetimi de efendilerinin ağzıyla ülkemize karşı havlamaktadır. Burada temel belirleyici güçlük ABD'nin bölgemize hükmetme ihtirasıdır.
Ülkemizin çok bilinmeyenli bu denklemde Başika için ısrarcı olması yerinde ve doğru bir tavırdır; Musul'da her durumda Türk varlığı yerini almalıdır. Bizim açımızdan en önemli soru, Türkiye'nin tarihi haklarının ne kadar farkında ve bunu elde etme isteğinin ne ölçüde kuvvetli olduğunun bilinmemesidir. Musul için geri adım atmazken bütün beklentimiz kurulacak masada yer almaktan ibaret olmamalıdır; Türkiye'mizin Musul hakkında daha köklü iddiası olmalı ve bunun için Türk gücünü kullanmaktan çekinmemelidir. Unutmamalı ki, Türk gücü bugünler içindir.
1918 yılında sömürgecilerin zorla el koydukları ve yeni kurulan devletimizin çözemediği Musul Meselesi'nin çözümü için tarihi bir fırsat doğmuştur. Ankara'dan beklediğimiz, dış şartların doğurduğu bu olağanüstü fırsatı ülkemiz için bir kazanca dönüştürmesidir.
IŞİD belasından Musul'un sadece kurtarılmasının ülkemiz için hiç bir kıymeti olmayacaktır.
Bağdat yönetimine teslim edilecek bir Musul için bir tek Mehmetçik bile feda edilemez. Bırakın ülkelerini savunmalarını, silahlarını bile bırakıp kaçan Irak askerleri Musul'u geriye alabiliyorlarsa, gidip alsınlar.
Musul'un geleceğinin Kürt yönetimine bırakılması ne düşünülebilir, ne kabul edilebilir, ne de bunun için Türk gücünün kullanımı tasavvur edilebilir.
Türkiye Musul'da temel olarak kendi geleceği için var olmalıdır; ne başkalarının davulunu çalabilir ne de sürecin dışında kalabilir.
Uluslararası güçlerin bunu istemediğini biliyoruz.
Türkiye kendisine karşı tavır alan sömürgecileri de dize getirebilir, yeter ki bunu gerçekten istesin. Ankara Washington'u şoka sokacak radikal bir karar almayı düşünüyor mu? Ulusal bir irade, bir adım, şok doğuracak yalnızca bir tek eylem bile koalisyonu etkisizleştirecek, operasyonları dumura uğratacak, Türkiye olmadan sorun çözülemeyecek, Türkiye'nin varlığını kabule ve hakkını teslim etmelerine yetecektir.
Türkiye, yaşadığı coğrafyada kendi ulusal çıkarlarına karşı hiç bir gelişmeye izin vermeyecek, kurulan bütün oyunları bozacak güçtedir.
Bölgemizdeki sömürgeci emelleri devam ettikçe, eninde sonunda Türkiye böyle bir karar almak zorunda kalacaktır. Bikoş değişik zamanlarda birden çok radikal karar alacaktır. Başka türlü Türkiye Cumhuriyeti var olamayacaktır. Zira sömürgecilerin bütün çabaları ülkemizin aleyhinedir ve Türkiye'miz her gün bir beden daha büyük ve çetrefilli yeni bir sorunla yüzleşmektedir. Onların istediği ve beklediği un ufak olmuş bir Türkiye görmektir.
Türkiye Cumhuriyeti daha fazla zaman yitirmeden şok yaratan, radikal, başta ABD olmak üzere, bütün sömürgecileri bir kere daha değerlendirme yapmaya zorlayacak bir adım atmalıdır.
Gücümüzü ve onun sınırlarını bilelim, varlığımızı ulusal çıkarlarımız uğruna, zamanında ve inisiyatifi yitirmeden kullanalım.