Milliyet’in “1 Dolar 15 Lira” başlığı

Türk lirasının dolar karşısında yüzde 66 değer kaybettiğini haber veren 20 Ağustos 1970 tarihli Milliyet gazetesi kupürü günlerdir dolaşımdaydı. Nihayet bugün, faiz indirimi ve asgari ücretlerin açıklanıp doların fırlamasıyla, naftalin kokulu o gazete haberi gerçekliğe büründü.

İşin tuhafı, doların 15 liranın çok üstüne çıkmasıyla sosyal medyada yine genişçe yer bulan haberin, bu kez sağcılar tarafından da paylaşılmasıydı. Cehenneme giden taşları döşeyen sağcılar, bu paylaşımla muhtemelen son devalüasyona bir haklılık kazandırma peşinde olmalıydı.

Bakın, diyorlardı; günümüzde olduğu gibi alıştıra alıştıra gidilen değer kaybı yerine, 50 yıl önce insanları bir gecede yoksullaştırmışlardı. O zaman, halimize şükretmeliydik! Tabii ki yine yanılıyorlardı; 50 yıl öncesi çok farklıydı…

1970’lerde “yaklaşmakta olanı” ancak 24 saatte bir yayımlanan gazeteleri okuyarak ya da devletin yayın kurumlarının “ajanslarını” yorumlayarak anlayabilirdiniz. Dolayısıyla ekonomi ile çok özel işi olanların dışındakiler tehlikeyi sezemez ve alınan kararlar ile “Ani Ölüm” gerçekleşirdi.

Öyle dedim ama biz “ölümlüler”, uygar dünya nimetleri diye önümüze sunulmuş olan gereksiz tüketim araçları ile henüz o yıllarda tanıştırılmamıştık. Dolayısıyla konfor gamımız dar olduğu için, yoksun kılındığımız kalemler yaşamsal önem taşımıyorsa beyin ölümümüz gerçekleşmezdi. Adı üstünde, yokluklar “Sana kuyruğu” ile betimleniyordu; tek marka ile…

Oysa son yıllarda, “dalgalı kur” uygulaması ile bambaşka bir ölüm şekli halkımıza biçildi… Sahillerde yaşayanlar bilir, hiç rüzgar olmadığı zannedilirken bazen “ölü dalgalar” gelişir. Düzensizce, fazlaca yükselmeden ve dozu gittikçe artan bu dalgalar sahile yaklaştıkça ölümcül hal alırlar. Dalgaların vurduğu kumsal iri taneciklerden oluşuyorsa, köpükler içinde geri dönerken tutunduğu her nesneyi içeri çeker. İnsanlar altındaki zemin kayarken düşüp, geri çekilen dalgaların içinde çırpınmaya başlarlar. İşin en dramatik yönü, biraz ötede güneşlenenler boğulmakta olanları dalgaların içinde eğleniyor zanneder ve kurtarmak için çaba harcamazlar… Bugünkü ölüm budur…

50 yıl önce, bugün olduğu gibi paramızın değeri düşürüldüğünde okkanın altına yine sabit gelirliler giderdi. Ama o yıllarda en azından sendikal örgütlülük vardı. Enflasyonun altında ezilenler hak arayışları için gösteri yapabiliyorlar, taleplerini iletebiliyorlardı. Siyasi kaoslarla iç içe giden özgürlükçü bir ortam vardı. Köylü henüz ucuz iş gücü olarak kentlere taşınmamış, yaptığı tarım küçük bile olsa devlet tarafından desteklenmekteydi.

1980 darbesi ve ardından gelen Özal dönemi ile artık Türkiye bir “tüketim toplumu” olmuştu. Özellikle turizm, döviz geliri sağlayan en değerli sektör haline geldi. Sonrasında öyle hızlı ve kaotik yaşanan bir 1990’lar dönemi oldu ki, Türk lirasının her türlü değer kaybı gündem içinde kaynadı gitti…

1990’lar da günümüze benzemiyor. Çünkü o yıllarda da sağcı liderlerin olduğu koalisyonlarla ülke yönetiliyordu ama hiçbirisinin ajandasına laiklik bir hedef olarak konmamıştı. Atatürk’ün kurduğu modern Türkiye Cumhuriyeti’nin yerine bir yenisini inşa etmek üzere politikalar üretilmiyordu.

Türk halkı, yaşanan ekonomik olumsuzluklar ve içine düşülen yoksulluk bir yana, ülkenin siyasi geleceği konusunda da büyük kötümserlik yaşadığı için, son gelişmeleri diğerlerinden çok farklı görüyor ve korkuyor… Son asgari ücret artışı pahasına…