Hazan yapraklarının toprağa düşüşü gibi tanıdıklarımızı art arda kaybediyoruz. Bunlardan biri de geçen gün yitirdiğimiz “hemşerimiz!” Metin Arolat idi. Ünlü bir sanatçı olan Arolat’ın çocukluğunu bugünün Alanya’sında çok az kişinin bildiğini zannediyorum. Arolat İş Bankası Alanya Şubesi Müdürü olan babasının tayini sayesinde Alanyalı olmuştu.
Arolat’ın “Alanyalılığına” vurgu yaparak yazıya girdim çünkü buna, yine başka bir ünlü olan Armağan Çağlayan ile televizyonda yaptığı söyleşide tanık olduk. Çağlayan’ın “En çok aklınızda kalan yer?” sorusuna netlikle “Alanya” diye yanıt veren Arolat’ı yaşadığı şehir o kadar etkilemiş olmalı ki “hiç unutamadığını, orada takılıp kaldığını” söylemekteydi. Tayin nedeniyle başka şehirlerde de okumasına rağmen Alanya’daki ilkokul arkadaşlarını arayıp, onlarla sürekli ilişki kurmak istediğini belirtiyordu.
Arolat’ın 1970’ler Alanya’sını anlattığı söyleşisi bir sözlü tarih çalışması gibiydi. Mimar olan amcasının çizimini yaptığı, o yıllar Alanya’sının çarşı merkezindeki en modern yapısında oturan Arolat’ın tanıklıkları; Kıbrıs Harekâtı sırasındaki karartma günleri, uçak sesleri; arkalarındaki Kadağan Sineması’nın yanışı; sık oluşan hortumların şehrin üstüne kurbağa yağdırması gibi müthiş hafıza tazelemeleriyle sürüyordu.
Hep söyler/yazarım, Alanya’nın en şahane zamanları 1970’li yıllardı. Konu açıldığında bunu, “muz portakal bahçeleriyle dolu olan şehrimizi mahvettik” kolaylığına/basitliğine indirgemek istemiyorum. Bir kere şehrin bir merkezi vardı. Merkezdeki ticaret erbabı ile kırsalının buluşup etkileştiği çok canlı çarşısı vardı. Turist o merkezin hemen kıyısındaki plajda denize girer, kasaba esnafı ile hatta Cuma günleri kurulan Pazar nedeniyle kırsaldan gelenlerle birebir ilişki kurardı. Türk insanını tanırdı.
Arolat çarşının göbeğinde yer alan, karşılarında Mobil yakıt istasyonu, motosiklet taşıma durağı, gübre garajının ve parkın olduğu, deniz manzaralı bir lojmanda Alanya ile tanışmıştı. Hemen önlerindeki, Kuyularönü Meydanı ile Hükümet ve Belediye Binası’nı bağlayan Hükümet Caddesi şehri izleme alanıydı. Büyük kent insanı olan anne ve babasının önyargılarına sahip olmadan Alanya’nın o en bakir ve naif günlerine tanık oluyor, söyleşide belirttiği “şehrin cıvıltısı” belki de sanatçı kimliğini oluşturuyordu.
1970’lerin hareketli siyasi gündeminden Alanya da azade değildi. Siyasi karşıtlar birbirlerine kızdığında evlere dinamitler atılır ya da muzları kesilirdi. Ama şehirde bir korku iklimi sürmezdi. Şehir insanı geleceği konusunda kuşkulu ve kötümser değildi. Uğruna siyasilere yüz sürülecek rant alanları yoktu. Yerel yönetim temel hizmetleri vermeyi kendine iş edinir, yolsuzluğu, ahlaksızlığı halka hizmet adına yaptığını söyleyip yasal kılıfa sokmaya çalışmazdı. Kasabaya giren mütevazı ölçekteki turizm ve tarım geliri daha hakça paylaşılır, insanları açgözlülüğe sürüklemezdi. O yıllarda çevre talanı söz konusu değildi.
İşte Metin Arolat, hemşerilik bağlarının böylesine güçlü olduğu neşeli ve canlı bir şehirde yaşama başladığı için Alanya’yı unutamıyordu. Söyleşiyi izledikten sonra “keşke”ler içinde kaldım; Arolat, görüşmek için aradığı ilkokul arkadaşlarının eski günleri anma konusunda onun kadar istekli olmadığını zarifçe söz arasına sıkıştırmıştı. Keşke onun arkadaşı ben olsaydım da, bu “gerçek Alanya sevdalısı” insanla anı paylaşımı yapıp karşılıklı zenginleşseydik. Zenginliğimizi şehre yansıtsaydık. Şehre dair korunması gerekli değerlerin ne olduğunu konusunda bilinç yaratmaya çalışsaydık. Olmadı, bir başka dünyaya gelişte… Işıklarda uyusun…