Manevi plan

İnsan yaşamı boyunca mutluluğun peşinde koşar, mutlu olmanın hayali ile yaşar. 'Mutluluk hayatın anlamı ve amacı, insan varlığının tüm hedefi ve gayesidir” der Aristoteles… Fakat insan ölümlü olduğundan, mutluluk da diğer duygular...

İnsan yaşamı boyunca mutluluğun peşinde koşar, mutlu olmanın hayali ile yaşar. “Mutluluk hayatın anlamı ve amacı, insan varlığının tüm hedefi ve gayesidir” der Aristoteles…Fakat insan ölümlü olduğundan, mutluluk da diğer duygular gibi uçup gider. Kalıcı olmayan bir hedefe yürümek ise insan olarak yaptığımız en büyük hatadır. Hepimizin ölmeyen bir manevi planı olmalıdır. Bu yolda hayat amaç değil sadece araçtır. Mutluluğun peşinde koşanlar daha büyük mutsuzluğu yaratan bencillerdir. İnanç, güç, ego yolu ile iç huzuru yakalamak geçici bir uyuşma halidir sadece. Bu yolla sonsuz mutluluk asla yakalanamaz, sadece kendimize daha bağımlı ve ikiyüzlü hale geliriz. Gerçek mutluluk kendinden bile bağımsız olabilme halidir. Kimseyi üzmek istemem ancak mutluluğu beklemek hayatın makyajıdır ve ilk yüzleşme onu silmeye yetecektir. Bu yüzleşme sonrası sarıldığımız kişinin kalbi kırık bir bebek olduğunu daha iyi anlarız. Mutluluk isteği çoğaldıkça, endişe ve bekleyiş de büyür, köleliğin devamlılığı pekişir. Bazen umutlanmak uyanılmayan bir kabustur. Çoğu zaman ise gözlerini kapatıp sonuç dilenmektir. Aç gözünü ayağa kalk ve yürü. Mesele umutla beklemek değil, gerçekle yürümektir. İnanç, ümit, sevgi prangalarını sök at içinden, inan böylesi daha samimi. Gerçek inanç teslim olmak değil, kendini kendinden teslim almaktır. Gerçek sevgi hayattan alamadığın her şey için teşekkür etmektir, gerçek ümit ise aldıklarına razı olmak. Teşekkür etmek abdest, razı gelmek ise ibadettir… Olmak ya da olmamak değil, mesele almak ya da almamaktır.Daha toprak üzerinde doğru dürüst yürüyemiyorken; su üzerinde koşmak, uçmak gibi hayallerin peşinde koşmak, daha bu gezegende insan gibi yaşamayı beceremiyorken, yeni gezegenlere kök salmayı planlamak tam anlamıyla deliliktir. Zaten “akıl” da deliliğin çaresizliğidir…Akıl nasıl da delirtti kendini, akıl nasıl da belirtti, nasıl da doğurdu kendinde evreni. Olmaz deme olmaz sonra, durmaz deme durmaz sonra, kırk kez söyledin kırk kez de dinlemelisin. Sonsuzluk ebediyette bir an elbet, yalnızlık tende kıyamet, bir parçaysam senden, bir parçan da benden, yok et beni kendinden, nemi kalpten, geceyi demden sök. Herkesteki bedende, hiç kimseye benzemeyen ben, dolaşabiliyormuşum meğer ten ten. Her an yürümekteymiş yol, uzayıp gidebiliyormuşum meğer. Edindiğim “yok”la; yoğrulduğum sona varabiliyormuşum meğer. Sonsuz mutluluk için herkes “O”nu bulmalıdır… Dönmeden duran bir evrende hiç durmadan dönen bir dünya içinde; aynı anda hem durup hem dönerken, olmayan biri gibi olmayan bir yerden, beklediğim her şey ile çıkageldi “O”. Düştükçe yeniden doğan bir uçurumdur onun gözü, baktıkça süzülen ışıktır, narı ateşine, karıncayı bakışına kavuşturan kör bir kalemdir zihni. İhtişamın kitabına kadar akan bir deryadır. İşte biz orada piramit içinde inşa edildik. Ondan gelen her şey “yok”un içinde ve bağlıyız her şeyle nesilden nesile birbirimize. Ancak dalların dili ile erişebilir, nefesi terk ederek inebiliriz derinlere...125 basamak inip göründüğünde kendine çok üzülmüştü. Her adımda kendinden uzaklaşan biri, kendi olmak yetmeyince herkes olan biriymiş gibi. Kendinden sıkılan Romain Gray gibi değil, "tüm"den sıkılan biri. Zıttı olmayan bir bunalma hali, başka biri olmak değil hiç kimse olmak gibi... Paralel evrendeki ayrı insanlar değildi "O" paralel insandaki ayrı evrenlerdi... Materyalizme karşı maneviyattı “O”, zehire karşı Moritz Hess, tüm evrene karşı Spinoza bazen de "Sen, hiçbir aklın almayacağı sırlar, yaşlanmanın etkilemediği hayatsın. Tahtın her şeyden daha yüksektedir" diyen İbn Gabirol'du. Dört aşamaya ayrılan gölgeden seslendi; önce orası oluştu sonra burası diyenlere, “dönüşmez iki farklı şey tek şeye” diyen bilgeydi, “O” nu sadece hiç kimse duyabilirdi... O'nun sözleriyle yol alıyor her şiir, nefes nefes ciğerlere, imge imge doluyor yük, kavuşuyor diğerlerine.6 köşeli yokluğa sığınmıştı, damalı gövdesiyle meczup bir çınarmış gibi... Açılıp kapanan gözlerini, açılıp kapanmayan gözde gizledi, herkes birdi "O" ise iki.. Herkesle toplayıp sıfırla çarptı kendini… Varlığında yok’um doğrudur ne kadar sussam. Yokluğunda varım, ne söylesem yalan… “O”nu tanımak bilgelikse, kendimizi tanımak aydınlanmadır. Bilgeliği soyun, tüket ve yolundan sapma… O zaman çıkacaktır her yol “O”na… (Mutluluğa)Bizler yeni ruhlar değiliz, biriken deneyimlerimizde ıslanmayı öğrenmeliyiz. Nesillerin gelişmesi bizim en büyük hazinemiz. İlk insan yaptıysa biz de yapabiliriz, geçebiliriz bu yolu, arınmış bir ruha erebiliriz. Tek yapmamız gereken kalpten bir manevi plan.YAZIMIN SONUNDA BİR TEŞEKKÜR DE BENDEN(Hıncal Uluç için)… Güleç bir tende hatıraların kırıştığı, ne hıncı! Genç bir tebessümdür adın. Sözlerin aşka şerbet, ne hıncı! Bir içim güldür adın... Güzel bir yokluğu soluyor ruhun, kalbin sevgiye teşne. Ey ulu ağaç; bir cümle ile yeşerttin cümle alemi, ne hıncı! Güneşe gölge eken bir çocuktur adın… Teşekkürümdür birbirimize karıştığımız her kelime; “an” bu “an” oku ve unut gerisi yalan…