Kuş bakışı

Uçaklarda cam kenarına oturmayı yeğlerim.

Üzerinden geçtiğimiz coğrafya parçasını kuş bakışı izlemek, hobimdir.

Askerliğimi 3. Ordu Karargâhında yaptım. O dönemde ülkemizin tek çağdaş planlı kenti olan Erzincan’ı izlemiştim helikopterden.

O anımın en küçük ayrıntısı bile, bugün gibi hatırımdadır.

Keyif verici, gurur verici, muhteşem bir görüntüydü gördüklerim.

Ortada geniş, yuvarlak bir kent meydanı...  Bu meydana kuzeyden, güneyden, doğudan ve batıdan bağlanan dümdüz,  çift şeritli ana caddeler...

Ve bu ana caddeleri ve diğer ikincil yolları, doksan derecelik açıyla birbirine bağlayan sokaklar...

Tek bir kavis yok... 

Gözü rahatsız eden en ufak bir taşkınlık, en ufak bir girinti çıkıntı yok.

Hani cetvelle çizilmiş gibi derler ya aynen öyle işte. Aykırı gelen, itici gelen hiçbir çirkinlik yok.

Konutların büyük çoğunluğu bahçeli...

Yemyeşil bir doku... 

Sanki Avrupa’nın, Amerika’nın gözde kentlerinin birinin üzerinde uçuyorum.

O gün çok büyük keyif almış, çok da gururlanmıştım; (bir tane de olsa) Ülkemin de böylesine mükemmel ve çağdaş kent planına sahip, kent gibi kenti olmasından...

 

*    *    *

Geçtiğimiz Pazar konuklarımla birlikte, uzun zamandır çıkmadığım Kale’ye çıktım.

Yarı kuş bakışı izledim Alanya’yı.

Her zaman olduğu gibi hem mutlu, hem mutsuz oldum. Hem gözüm gönlüm açıldı, hem gözüm gönlüm karardı.

Sıkıldım,  bunaldım, daraldım.

Alanya’yı, Alanya’ya hâkim mekânlardan yarı kuş bakışı izlemek; insana hem keyif veriyor, hem de keyifsizlik.

Çünkü Alanya’yı bu noktalardan izlediğiniz zaman, mükemmelliğin yanında, müptezelliği de görüyor, üzülüyorsunuz.

Dünya harikası bir coğrafyanın içine, nasıl ettiğinizin; hâlâ da etmeye devam ettiğinizin ayırdına varıyor, tarifsiz acılar içinde kıvranıyorsunuz.

Labirentten farksız,  nerede başlayıp, nerede bittiği belli olmayan, toprak üstüne yeni çıkarılmış solucan gibi kıvrım kıvrım caddecik ve sokakçıklar, hepsi birbirinden iğrenç görüntülü çatılar ve bu sakilliğe uygun soysuz beton yığınları...

Orada bulunduğum sürece; “biz niye Avrupa’daki, Amerika’daki kulların gibi, bize bahşettiğin güzellikleri değerlendirmeyi beceremiyoruz, hey güzel Tanrı’m!?...” deyip, durdum kendi kendime...

Bu ruh haliyle söylenirken; o günün gazetelerinden birinde yer alan, bir resim tutuşturuldu elime.

“Burada yaşamak ister misiniz?” başlığı altında, kuş bakışı çekilmiş bir görüntü. 

Görüntünün altındaki açıklamaya göre fotoğraf; dünyaca ünlü fotoğraf sanatçısı Yann Arthus-Bertrant tarafından Danimarka/Kopenhag Brondby Semti’nde çekilmiş.

Sanatçı, bu tür fotoğrafları çekmek için. 76 ülkede, 3 bin saat uçmuş. Sonuçta da ortaya 100 bin fotoğraflık bir koleksiyon çıkmış.

Elime tutuşturulan fotoğraf da bu koleksiyondan bir parça imiş.

Fotoğraf (ilk bakışta) sanki bir parkın havadan çekilmiş görüntüsü gibi.

Geniş bir çim alanın ortasında oluşturulmuş dört adet daire şeklinde çiçeklik...

Oysa biraz daha dikkatle bakınca bunların çiçeklik değil, her birinin ayrı ayrı yerleşim alanları olduğunun ayırdına varıyorsunuz.

Her biri 400’er metrekarelik, 25 adet villadan oluşan, daire şeklindeki parsellerin havadan görüntüsü, geniş bir çim alanda daire şeklinde oluşturulmuş çiçeklikleri andırıyor.

Enfes bir görüntü. Enfes bir yerleşim planı. Enfes bir peyzaj.

Sanatçı, o fotoğraf karesiyle (sanırım) şunu vurgulamak istemiş.

Uygar ülkeler, uygar insanlar, kentlerini planlarlarken, sadece tek bir cepheden değil; her bir cepheden, her bir açıdan, göz zevkine hitap edecek şekilde kentlerini tasarlar ve inşa ederler.

Bu bir kültürdür.

Bu tür estetiksel kent imarları, uygar ülkelere özgüdür.

76 ülkede 3 bin saat çalışarak, çalışmalarını ‘The Earth From The Air 366 Days’ adlı kitapta toplayan bu sanatçıyı Alanya’ya davet etsek, burada havadan çekebileceği “estetiksel güzelliği olan bir görüntü” bulabilir mi?

Bulamaz!

Neden?

Çünkü Tanrı’nın bize lütfettiği güzellikten eser bırakmadık.

 Dağı taşı betonla doldurduk.

 Sadece doldurmakla kalsak yine iyi; betonlarımıza bir estetik vermesini bile beceremedik!