Küçük yerlerde köşe yazısı yazmak…

Hep yazar, hep söylerim, zordur küçük yerlerde köşe yazısı yazmak. Kişi ya da kurumlar lehine güzel şeyler yazarsınız; yazdığınızla kalırsınız. Arayıp teşekkür eden (bile) olmaz. Şöyle bir hafiften dokunur ya da dokundurursunuz, kıyamet...

H

ep yazar, hep söylerim, zordur küçük yerlerde köşe yazısı yazmak.

Kişi ya da kurumlar lehine güzel şeyler yazarsınız; yazdığınızla kalırsınız. Arayıp teşekkür eden (bile) olmaz. Şöyle bir hafiften dokunur ya da dokundurursunuz, kıyamet kopar.

Çünkü hiç kimse, “yoğurdum ekşi” demez, böyle küçük yerlerde.

21 Ekim 2019 tarihli

“Okullarımızdaki başarılı öğrenci pankartları”

adlı yazıma tepkiler de aynen böyle oldu.

Yazıma konu okul yönetimi de yoğurdum ekşi demedi, gönül koydu.

Dediğim gibi Alanya küçük bir yer. Yazılarımıza konu yapıp, eleştirdiğimiz kişi ya da kurum yöneticileriyle olmadık bir yerde karşılaşıyor, serzenişlerine muhatap oluyorsunuz.

Üzülüyorsunuz, doğal olarak.

Haa biz hata yapmıyor muyuz?

Elbette yapıyoruz.

Nitekim, bu yazımda da hata yapmışım, elimde olmayarak.

O hatam da şu.

Başarılı öğrencilerimiz diye afişe etme hatasını sadece Hayate Hanım Okulu yönetimi yapmıyor. Diğer okullar da yapıyor.

Hatta o diğer okullar, kantarın topuzunu fazla kaçırıp, neredeyse okulun tüm cephesini bu tür pankartlarla kaplıyorlar.

Anılan yazımda, sadece yazıma konu okulun astığı pankartın resmini koydum. Bu bir hataydı. Diğer okulların astığı pankartların resimlerini de koymalı, genel bir eleştiri yapmalıydım. Düşünemedim.

O nedenle Hayate Hanım Okul Yönetiminden ve okurlarımdan özür diliyorum.

Özet olarak, bu yazımın, birilerini üzdüğünü biliyorum.

Yazdığım her sözcüğün, her tümcenin ardında durmakla birlikte, birilerini üzdüğümün bilinciyle, benim de üzüldüğümün bilinmesini rica ediyorum.

* * *

Evet üzdüm ve üzüldüm ama bu arada çok da güzel bir şey oldu.

Bu vesileyle iki güzel insanla tanıştım.

… …

Aynı gün telefonla arandım.

Telefondaki ses, bir İstanbul beyefendisi edasıyla, “Bugünkü yazınızla ilgili görüşmek istiyorum, vaktiniz var mı?” dedi.

“Hayhay” dedim.

Ortak bir dostumuzun mekânında buluşmak üzere randevulaştık ve buluştuk.

Eşiyle birlikte geldiler randevuya.

“Biz, yazınızda sözünü ettiğiniz Hayate Hanım Ortaokuluna asılı, başarılı öğrenciler pankartında yer alan

Aleyna’nın annesi Jülide Demir ve babası Kadir Demir”

dediler.

Çocuklarının başarılı bir öğrenci olduğunu, gerek çocuklarının gerekse okullarının böyle bir eleştiriyi hak etmediğini, eleştirilerimin kendilerini çok üzdüğünü, büyük bir nezaket çerçevesi içerisinde anlattılar.

Uzun uzun dinledim, bu iki güzel insanı.

Önce, onları üzmüş olmaktan dolayı duyduğum üzüntüyü dillendirdim.

Sonra da anılan yazıma konu pankart olayını neden yazı konusu yaptığımı anlattım.

Bu tür afişe olaylarının, o afişlere giren ve girmeyen öğrenciler üzerindeki etkilerini tartıştık.

Kendilerine şunu söyledim.

“Kısa bir sürede olsa benim de bir eğitimcilik deneyimim oldu.

Bu yazıyı da sıradan bir vatandaş olarak değil, bir eğitimci gözüyle kaleme aldım.

Anılan yazımı kaleme almadan önce konuyu, yakından görüştüğüm emekli eğitimcilerle (ki bunlardan biri Köy Enstitüsü mezunu bir ağabeyimiz) ve psikolog bir arkadaşımla görüşüp, tartıştım.

Konuyu onların deneyim süzgeçlerinden geçirerek dillendirdim...

Yine söylüyorum; böyle eğitim olmaz.

Eğitimin de, öğretimin de çivisi çıkarıldı.

Bu tür afişe olayları ile bir taraf yapılırken, diğer taraf(lar) çökertilip, yıkılıyor.” dedim.

Detaya girdim. İşin eğitimsel ve psikolojik yanlarını anlattım uzun uzun.

O pankartlarda yer alan çocuklarımızın ileride yaşayacakları ruhsal olaylara değindim.

İkna edebildim mi bu iki güzel insanı.

Sanmıyorum.

Ama bir şeyi biliyorum.

İki güzel insan tanıdım.