Satacak kadar bir bilgi birikimimiz olmayınca, konuşmuş olmak için konuşuyoruz. Ya da yazmış olmak için yazıyoruz.
Öyle şeyler duyuyor, öyle şeyle okuyor, öyle şeylere tanık oluyoruz ki; o lafları edenin ya da o tavrı sergileyenin, toplumda işgal ettiği yere ve makama bakınca, karamsarlığımız doruğa ulaşıyor.
Bir siyasi partimizin ilçe başkanı, “Noel’e ilgi var, Ramazan’a yok” diyor.
Böyle bir karşılaştırma, böyle bir mantık, böyle bir kompleks olabilir mi?
Devam ediyor; “Sipahioğlu, Noel ağacını diktiği yere şimdi de Ramazan Çadırı kursun da görelim.” diyor.
…
Ne alakası var şimdi o ağacın konuşlandırıldığı yerle, Ramazan çadırının kurulacağı yerin?
Kaldı ki Sipahioğlu Başkan, bu çadırları her yıl kuran, bu konudaki görevini de her zaman içtenlikle yapan, inançlı bir Müslüman, inançlı bir kişidir.
Hal böyleyken; bir Müslüman, bir başka Müslüman’a böyle şeyler söyler mi?
Ayrıca şunu da anlayamıyorum; Ramazan ayında ve diğer kutsal günlerimizde; daha saygılı, daha ölçülü, daha sevecen, daha hoşgörülü olmamız gerekirken neden köktendincileşiyoruz?
Neden kırıcı ve saldırgan oluyor, neden sapla samanı birbirine karıştırıyoruz?
***
Bakın aynı konuda, gazetemiz yazarlarından Oruç Dim ne yazmış.
“…Ramazan ayı, bir bayram ayı değil ki; şaşaa, tantana, debdebe olsun. Ramazan ayı, tüm İslam Âleminin aynı ayda, aynı anda, hep birlikte Tanrı’ya yoğunlaştığı bir aydır. Ne bayram ayı, ne seyran ayıdır. Ramazan ayı, yalnızca ve yalnızca çok özel bir ibadet ayıdır…”
Oruç Dim, 24 yaşında gencecik bir kardeşimiz.
Sevgili Oruç’un bu genç yaşta sergilediği olgunluğa bakar mısınız?
Başka şeylerde yazmış Oruç, okumanızı öneririm.
***
Şunu söylemek, şu mesajı vermek istiyorum.
Parayla, imanın kimde olduğu belli olmaz.
Kitleler üzerinde, inanç dayatması, inanç gösterisi yaparak da kimse kimseden daha iyi Müslüman olmaz.
Aramızda yaşayan ayrı dinlerden insanlar var.
İnançsızlar da vardır. Olabilir. Kime ne?
Onları incitme pahasına, onların dinleriyle ya da inançlarıyla, kendi dinimizi, kendi inançlarımızı ayan beyan kıyaslamak doğru mu?
Ayrıca da niye? Niye böyle bir tavır takınıyoruz ki? Bir eksikliğimiz mi var? Niye bu kompleks?
Bu tür tavırların dinimizde yeri olmadığı gibi ulusal göreneklerimiz arasında da, ulusal geçmişimizde de yeri yoktur.
Alanya, ne Diyarbakır’dır, ne Yozgat, ne Çorum, ne de Malatya… (Yanlış anlaşılmasın, bu kentlerimizi, sadece ve sadece coğrafi konumları açısından örnek olarak veriyorum.)
Alanya, ülkemizin pek çok kentinden farklıdır. Farklı bir konumu, farklı bir statüsü vardır. Alanya, dünyaya açılan bir penceredir.
Alanya bu pencereden Dünyayı; Dünya da bu pencereden, Alanya’yı ve Türkiye’yi görür.
Elimizde, pek çok kentlerimize nasip olmayan böyle bir olanak var.
Aramızda pek çok yabancı yaşıyor. Bu yabancıları çok iyi değerlendirebilir, tabir caizse kullanabiliriz.
Yerleşik yabancılar, her bir şeyimizi gözlemliyor, tek tek belleklerine kaydediyor.
Bu yabancılar kanalıyla, İslamiyet’in; Batılıların kanısının aksine, diğer dinlerden çok daha hoşgörülü bir din olduğunu Batı’ya anlatabiliriz.
Ancak bunu, böyle yobaz söylemler, yobaz tavırlar sergileyerek değil; İslamiyet’in hoşgörülü yüzünü göstererek yapabiliriz.
İslamiyet’e hizmet böyle olur.