Kelebeğin rüyası

PUSLU bir gecenin zifiri karanlığında yolunu bulmaya çalışan kelebek önünde duran bir ağaca çarpar ve yere düşer. İşte o andan sonra kelebeğin hayatında bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Ağır ağır kapatırken kanatlarını önce...

PUSLU

bir gecenin zifiri karanlığında yolunu bulmaya çalışan kelebek önünde duran bir ağaca çarpar ve yere düşer. İşte o andan sonra kelebeğin hayatında bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Ağır ağır kapatırken kanatlarını önce bir ışık görür, sonra rüzgârın uğultusu ile rüyaya dalar. Nerde olduğunu bilmediği bir ormanın içinde diğer kelebekleri görmeye başlar. Mavi, sarı, yeşil, mor rengârenk kelebekleri selamlar tek tek. Konuşmak isterken ağzından tek kelime çıkmadığını fark eder ve yolunda ilerlemeye devam eder. Ormanın derinliğinde siyah bir kediye rastlar ve içinden ne kadar uğursuz olduğunu geçirir. Buna öyle inanır ki biraz ilerleyince görkemli ve bir o kadar sinirli aslan ile karşılaşır. İşte diye düşünür; rüya ile gerçeğin arasında nerde olduğunu bilmediği bir zaman diliminde bile şanssızlığına dert yanar. Düşüncelerinin her zaman gerçek olduğuna inanır çünkü bilmez aslında nasıl bakarsa öyle olduğunun. Aslan gülümser kelebeğe tüm inançlarını yok etmek istermiş gibi gülümser ve arkasını dönüp sessizce ilerler. Gönül rahatlığı ile ilerleyen kelebek kendi familyasından başka uçan bir canlı ile karşılaşır. Kuş desen değil, böcek desen değil. Ne olduğunu bilmediği ve ilk kez gördüğü beyaz bir canlı.
Yanına usulca yaklaşıp daha yakından incelemek isterken beyaz renkli uçan hayvan siyaha bürünür ve kelebeği yer.
Kelebek canlının dişlerinin arasında yok oluşuna karşın gözlerini kapatır ve bir tüy ürpertisiyle görmüş olduğu rüyadan uyanır.
Uyandığı zaman iki kanatından birinin olmadığını fark eder ve olduğu yerde kendini diğer evrene teslim eder.
Her hikâyenin, her masalın ve her kahramanın anlatacak bir şeyi vardır. İyi, kötü, doğru ve ya yalan herkes anlatmak ister. Anlatmayan delirir, anlatamayan kendini öldürür.
Aslandan korkar ve kaçarken aslında korkmadığı bir canlı tarafından sonunu hazırlar. Bildikleri ve gördükleri ona aslandan korkması gerektiğini öğretmiştir. Oysa günümüzde bu tam tersi şekilde işler. Bizler görünen her şeye inanan, söylenen birçok şeyi kabul edip, üzerine kendi tüm olumlu olumsuz yargılarımızla kafamızda tasarladığımız hikâyeleri karşı tarafa kanıtlamaya çalışan canlılarız.
Kimse alt metni görmek istemez. Herkes büyük harflerle yazılmış olanı okur ve geçer. Oysa asıl meziyet görünmeyenleri sorgulamak, anlamak ve bilmeye çalışmaktan geçer. Biri size a diyorsa o aslında a olmayabilir. Söylenen sözler, ağızdan çıkan kelimeler bir saniyeyi almazken gerçek düşünce gücü ile var olmuş her şey sonsuza kadar hayatınızda kalır. Kelebek bunu göremeyecek kadar az yaşayan bir hayvan peki ya siz?
Neye inanıyorsunuz, neden inanıyorsunuz ve ne yapıyorsunuz? Bugün kabul etmediğiniz onca şeyi, neler uğruna hiçe saydınız?
İnsanın en büyük evidir vicdanı. Vicdanınıza neleri sığdırdınız? Düşünceleriniz kimleri ıslattı yağmur gibi, duygularınız kimleri ısıttı güneş gibi. Siz ilkbaharda açan bir çiçek misiniz? Sonbahar da ölen bir kelebek mi?