Kale Alanya’nın pırlantasıdır

Alanya şehri, tarihi boyunca o büyülü taş kütlesi, denize uzanan muhteşem yarımadası ile adlandırılmış. Uygarlıklar onun üstünde, kalenin eşsiz konumuna göre şekil bulmuş, şehir zaman içinde değişen adlarını bu özelliğine göre almış. Denize doğru çıkıntı yapan yarımada yalçın yapısıyla içinde yeşeren uygarlıkları düşmanlarından korurken, güvenli kıyısı da denizcilik yani ticaret ile hemhal olmasını sağlamış.

Alanya şehri, tarihi boyunca o büyülü taş kütlesi, denize uzanan muhteşem yarımadası ile adlandırılmış. Uygarlıklar onun üstünde, kalenin eşsiz konumuna göre şekil bulmuş, şehir zaman içinde değişen adlarını bu özelliğine göre almış. Denize doğru çıkıntı yapan yarımada yalçın yapısıyla içinde yeşeren uygarlıkları düşmanlarından korurken, güvenli kıyısı da denizcilik yani ticaret ile hemhal olmasını sağlamış.


Alanya Kale’sindeki ilk uygarlıklar


YARIMADANIN stratejik getirisinin farkına varıp, buraya muazzam sur duvarlarını ilk inşa edenler Mısır’ın Hellenistik hükümdarları olmuş. Antik Bergama’nın başkentlik yaptığı bir diğer Hellenistik hükümranlık olan Attalya Krallığı’nın Antalya’yı kurmasıyla birlikte, Alanya da Akdeniz ticaretini kontrol eden bir yer haline gelmiş.


MÖ. 1. yüzyılda Kilikya korsanlarına başkent olan şehir, kayda geçmiş ilk ismiyle Coracesium yani “Karga Yuvası” olarak olarak anılmış. Roma tarihçisi İskenderiyeli Appian Alanya’yı “Kilikya Kayalığı” şeklinde adlandırmış. Romalı General Pompeius Magnus MÖ. 67’de şehri korsanlardan aldıktan sonra ise “Güzel Dağ” anlamına gelen Kalonoros olarak adı değişmiş. Yakın zamandaki kale kazılarında bulunan Cameo benzeri süs eşyaları, şehrin Roma dönemindeki zenginliğinin en büyük örneği olarak gösterilmiş.


Ortaçağ Alanya’sı


Alanya kalesi, komşu yerleşimlerden farklı olarak çok önemli bir Ortaçağ yaşamına da tanıklık etmiş. Göreceli olarak barış ve zenginlik içinde geçen Roma devrinde, şehir yaşamı kayalık yarımadadan sulak ve bitek olan ovaya taşınmış. Orta Çağ’da ise, bölgede yüzyıllarca süren Arap ve Bizans çatışmaları yüzünden yerleşim, güçlü surlar ve dik yamaçlar ile çok iyi koruma sağlayan kaleye bir kez daha çekilmek zorunda kalmış. Daha öncesinde olduğu gibi bu dönemde de, aralarında Türkler, Rumlar, Araplar, Ermeniler ve Yahudilerin olduğu farklı din ve kültürlerden oluşan insanlar birlikte yaşam sürmüşler.


Çağlar içinde yaşanan bu çok kimliklilik, çok kültürlülük bir sonrasındaki uygarlığı da etkilemiş. İnsanların doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren değerler bütünü olarak adlandırılan kültürün, uygarlıklar arasındaki geçişkenliği ile de gelenek oluşmuş. Alanya şehri geçmişten aldığı mirasını bu anlamda bir zenginliğe dönüştürmüş. Daha doğrusu dönüştürmüş olmalı!


Alanya geçmişten aldığı mirasını zenginliğe dönüştürdü mü?


Modern cumhuriyet Türkiye’sinin getirdiği teknolojik yenilikler ve gelişen ekonomi, içme suyu ve yol gibi temel ihtiyaçların sağlandığı Alanya kasabasını şekillendirmeye başlayınca, bu tür hizmetlerin eksikliğini çeken kale ahalisi yine şehre taşınıyor. Yıllar boyunca ihmal edilen kale ve onun içerdiği kültür hazineleri şehre turizm girdikten sonra ancak değer bulmaya başlıyor. Ne yazık ki bu kez, kaleye ziyaret günlük bir turizm aktivitesinden öteye gidemiyor. Şehir halkı kendini tanımlarken kaledeki katmanlı uygarlık geçmişini değil, Toros Dağları’ndaki Yörük yaşamını referans alıyor. Daha doğrusu, turizm tanıtım yüzü olarak kaledeki tarihi ve doğal güzelliklerini sunarken, gündelik yaşamında temel aldığı değerler daha basitleşmiş geleneklerden oluşuyor.


Turizm gelirlerini artırma adına kültür varlıklarının değerlendirilmesinin ön plana çıkarıldığı son yıllarda, kale yine değer buluyor. Alanya halkına “30 yıllık rüya” diye sunulan teleferik ulaşımı, tarihi yapıları zedeleme pahasına kaleye inşa ediliyor. Teleferik ulaşımı kaleyi bir mesire yeri, bir sosyal medya paylaşım sahnesi haline getiriyor. Dahası, bir potansiyel “müşteri” odağı haline getirince, kaledeki yapılar “gelir getirici” özelliği ile değerlendirilmeye başlıyor.


Kale’yi bekleyen tehlikeler


Kale son yıllarda, “yaşayan bir sit alanı” olmaktan ziyade gelir getirici, sıradan hizmetlerin sunulduğu, tarihi dokuyu bozan bir “ticaret ve eğlence merkezi” haline dönüştürülme tehlikesini taşıyor. Eşi benzeri bulunmaz bir Ortaçağ yerleşimi olan kaledeki, “H1” diye tanımlanan yani büyük hasar görmüş yapıların tekrar ayağa kaldırılma istek ve girişimleri bu inanışı destekliyor.


Kalenin bir başka sorunu da oradaki kültür varlıklarının çok başlı olması. Birçok yapı Hazine’ye, Kültür Bakanlığı’na ait iken, örneğin Osmanlı ticari yapıları olan Bedesten ve yakın zamanda ayağa kaldırılması beklenen Arasta Vakıflara ait olarak görünüyor. Mal sahibi değil ama tasarruf sahibi olan Vakıfların, ticaret yapmak üzere o mülkü herhangi bir kuruma devri ve sonrasındaki dönemin, çok şeffaf ve denetimli sürdürülmesi büyük önem taşıyor. Yapıları yenileyen kurumların sözleşme aşamasında yasaya madde ekleyerek, restorasyonu yapan, eseri üreten telif sahibi mimarın elinden telif hakkını alması da kültür varlığını sıradan bir ticarethaneye dönüştürebiliyor.


Eğer Kale bir pırlantaysa


Sonuç olarak; Alanya sıradan hizmetlerin verildiği çok güzel ve zengin tarihi geçmişiyle ünlü bir turizm kenti olarak anılıyor. İşin kötüsü, “sıradan oluş” onun turizm ve emlak piyasasında değerini düşürüyor. Eğer Alanya bu niteliksiz suçlamasından kurtulmayı bir sorun olarak görüyorsa ve bu anlamda bir dönüşüm istiyorsa, kalesine dört elle sarılmalıdır. Bunun yolu ise, kalenin övünebileceği bir kültür hazinesi olduğuna önce kendisinin inanması, geçmişine sahip çıkması, sonra da turizmin hizmetine sunmayı düşünmesinden geçiyor.

Eğer kaleyi bir pırlanta, bir değerli mücevher gibi görüyorsa, onu sıradan, günlük yaşamında hoyratça tüketmemesi gerekiyor!