Kabahatin çoğu sizin…

Yıl 1970. Mini etek moda. Tasarım dersinde; Mehmet Esi adındaki arkadaşımızın eğilip zahmet etmesine hiç gerek yokken Oya arkadaşımızın ansızın arkasına dönmesiyle birlikte öfkesini 'Zaten Mehmetlerle Ahmetlerden hiç adam çıktığını...

Yıl 1970. Mini etek moda. Tasarım dersinde; Mehmet Esi adındaki arkadaşımızın eğilip zahmet etmesine hiç gerek yokken Oya arkadaşımızın ansızın arkasına dönmesiyle birlikte öfkesini “Zaten Mehmetlerle Ahmetlerden hiç adam çıktığını görmedim” diye dile getirmesi, derste gülüşmelere neden olmuştu. Laf haksız yere bize de gelmişti.
Ülkenin neden geri kaldığının sorumlusu olarak; biran, Ahmetlerle Mehmetleri gösterebilirsiniz. Öyle ya yaklaşık erkek nüfusunun yarısı Ahmet, Mehmet… Bu düşünce şöyle bir soruyu akla getiriyor; geri kalmışlığa, nüfusun diğer yarısı kadınlar mı neden oluyor?
Ben, kadınların daha sorumlu olduğuna inananlardanım. Güncel bir söz: “Bir erkeği eğitirsen bir kişiyi kazanırsın ama bir kadını eğitirsen bir kuşağı kazanırsın”. Bu nedenle kadınlar sosyal ve çalışma hayatında daha fazla görev almalılar. Teknolojinin sağladığı olanaklarla erkeğin yapabileceği her işi kadınlar da yapabilir. Kadınların, ülkenin iş gücüne katılım payı % 30 seviyesindedir. Bu oran; yaklaşık, gelişmiş ülkelerin ne yazık ki yarısı kadardır…
Doğruysa; kadına şiddet, son yıllarda %1400 artmış. Şiddet ve töre cinayetlerinin önlenebilmesi için en kestirme yol eğitim ve kadınların ekonomik özgürlüğüne kavuşturulmasıdır. Laikliği içselleştirememiş siyasi partilerin kadın kolları kurması ve kadınlara seçimlerde kota uygulaması ne yaman çelişkidir! Bir siyasi partide kadın kolları varsa; demek, erkek kolları da var. O halde, kadınlar bir partide her makama adaysa bir erkek kadın kolları başkanlığına aday olabilir. Bu zırvalıklara özgür kadınlar karşı çıkmalıdırlar.
Çalışma saatlerinin düzenlenmesi ve eşit işe eşit ücret için 8 Mart 1857’de tekstil işçilerinin başlattığı grevde ölen kadın işçi sayısı 129’dur. Emeği ve özgürlükleri öne çıkarmadan kadın derneklerinin 8 Mart kutlamaları bir anlam ifade etmez. Yaşama hakkını, emek ve özgürlükleri temel alan anlayışı güçlendirmek insan olmanın gereğidir. Yaşama hakkının kutsallığı gereği uygar dünyanda kadın hakları diye bir kavram olmamalıdır.
Moda aracılığıyla emperyalist baskılara maruz bırakılan kadınlar; sosyal yapılarına göre kimi zaman dekolte, kimi zaman da tesettür tarz giyimi tercih ediyorlar. Nasıl giyinilirse giyinilsin kazanan hep moda dayatması yapan firmalar oluyor. Türban üzerinden siyaset yapanların atladığı husus, bunun ibadetten çok kadınların sokak özgürlüğüne kavuşmak ve aile baskısından kurtulmak amacıyla tercih ettikleridir. Asansör kulesi gibi kafaya hotoz koyup boyu uzatmak; olsa, olsa moda gereğidir. Türban, ibadetin bir parçası olsaydı analarımız eşarbı tercih etmezlerdi.
İki ayrı romandan, kadınlar için yazılmış mükemmel iki kesit…
Cengiz Aytmatov, “Toprak Ana” kitabında şöyle der: Ana topraktır. Ana ölürse toprak ölür. Toprak ölürse vatan elden gider. Orduyu besleyecek olan toprak, onu işleyecek olan anadır.
John Steinbeck; kıtlığın hüküm sürdüğü 1930’lar Amerika’sının anlatıldığı “Gazap Üzümleri” isimli romanın finalini şöyle yapar; ana yarım emzirdiği çocuğundan sonra ihtiyar ve aç bir adamı emzirir ve şöyle der: “Biz kadınlar küçük anaforlarımız var ama nehir yine nehir ve akmakta.”
Son söz; amacım kadınları ne yermek, ne de yüceltmek ama onların hayata daha sıkı ve özgür sarılmaları gelecek kuşaklar için çok önemli. Önlerinde güzel bir fırsat da var. Her türlü duyguyu istismar eden siyasilere ders verebilirler.
Demem o ki; Nazım’ın deyişiyle, şarabımızı vermek için hala üzüm gibi eziliyorsak; kabahat sizin demeye dilim varmıyor ama kabahatin çoğu sizin sevgili kadınlar…