İNSANOĞLUNUN
kötülüğünün kaynağı ne eğitim ne de cahilliktir. Kötülüğün kaynağı sadece ruhunda var olan ve yaratılıştan bu yana gelen arzularıdır. Bu arzuların içerisinde insanı en çok etkileyen ve kötülüğe götüren duygu ise haz duygusudur. İnsanoğlu yemekten, içmekten haz aldığı gibi kötülük veya iyilikten de haz alır. Oysa iyilik yapmaktan haz almak olası bir durum olmasına rağmen doğru bir davranış biçimi değildir. Bunun yerine Allah'ın hoşnutluğu aranırsa daha yerinde olur. Yani yapılan her şeyde onun rızası aranır. Yoksa başkalarının "Vay be, ne iyi insanmış. Falancaya en zor zamanında yardımcı oldu" denmesinden hoşnut olan kişi, yaptığı iyiliği Allah adına yapmaktan çok, desinler için yapmıştır ya da egosunu tatmin ediyordur. Bu gerçek bir "iyi kişi" değildir. Gerçek iyi kişiler iyiliği Allah adına ve içlerinden geldikleri için yapmaları gerektiğine inananlardır. Sağ elin yaptığını sol el duymamalıdır. Fakat yine de kötülerin yaptıkları yanında, gösteriş için iyilik yapanların aldıkları bedensel hazlar masum kalır. Hemen her yerde kullandığımız bir sure vardır. Bu sure Fatiha suresidir. Mezarlıklardan, namazlara, dualardan nazarlara ya da bir can sıkıntısı anında okuduğumuz bu surenin altıncı ayetinde şöyle der;(İhdinassırata'l-mustakim) yani; hidayet eyle bizi doğru yola. Alimler burada adı geçen "doğru yol" için ciltler dolusu kitaplar yazmışlardır. Ve hiçbir zaman da tam anlamıyla bu sırra vakıf olamamışlardır. Çünkü bu sırrın tek bilicisi Allah'tır. Bu sırra vakıf olmanın tek yolu da Allah ile bir olmakla mümkündür. Ancak en saf şekilde ve riyasız bile olsa sadece ibadetler yoluyla bu sırra erişmenin mümkün olmadığını gelmiş geçmiş tüm din alimleri bilmekte ve söylemektedirler. Bu sırrın çok küçük de olsa bir ip ucunu Allah (CC) Yasin suresi 61. ayette vermektedir. Bu ayette Allah (CC): "Bana kulluk edin, doğru yol budur" der. İşte burada karşımıza yeni bir soru daha çıkar. "Allah'a nasıl kulluk edeceğiz?" Bu kulluğun yolunda: Ona inanmayanları veya bizden başka şekilde inananları öldürerek, çocuklara tecavüz ederek, mallarını yağmalayarak, hunharca cinayetler işleyerek mi iyi kul olacağız, yoksa Yunus Emre'nin dediği gibi "Yaratılanı hoş görürüm Yaratandan ötürü" diyerek mi? Sosyal bir din olan ve aklın var olduğu İslam dinini insanlara zalimlik yoluyla mı kabullendireceğiz yoksa hoşgörü yoluyla mı? En azından şunu düşünmemizde fayda vardır. Güç ve kudretin sonsuz olduğu Allah, insanoğluna dini öğretmesi için zalimi niçin görevlendirsin? O zalimler, Allah'tan daha kudretli mi ki, yeryüzünde Müslümanlığı (yapılan mezalimlerin Müslümanlıkla yakından uzaktan alakası yoktur) hakim kılsınlar. Durumdan vazife çıkaran, karanlık Ortadoğu'da pastadan pay almak isteyen haramilerin Müslümanlığa verdiği zararı başka hangi dinin veya dinsizin verebilmesi mümkündür? Bu gibilerden kurtulabilmenin yolu "Elhamdülillah Müslümanım" diyenlerin kendi kitaplarını kendilerinin okumasından geçer. Fakat bu okuma anlayarak okuma olmalıdır. Arapça bilmeyenlerin Arapça Kur'an okuması sadece ibadet yerine geçer, onu anlamasına yardımcı olmaz. En başta da dediğim gibi bütün inananlar "İyi insan" olarak nitelenemeyeceği gibi diğer dinlere inananlar veya hiç inanmayanlar da "kötü insan" olarak nitelenemez. İyi veya kötü insan sadece erdem sahibi olup olmamakla ilgilidir. Mümin olmak insanların mutlak iyi olmasının bir nedeni değildir. Bu konuda Peygamber efendimiz (SAV) bir hadisinde şöyle demektedir:"İhanet ve yalan dışında mü'minde her tür kötü huy bulunabilir."