İnsanca yaşamak

'İnsanca yaşamak' sözünü son günlerde çok fazla duyar olduk.
Peki gerçekten insanca yaşıyor muyuz?
Son günlerde ben de sık sık bunu sorguluyorum.
Küçük şeylerden mutlu olabiliyor muyuz?
Ya da küçük şeyleri elde edebiliyor muyuz?
Son zamanlarda insanların şükrettiği ve kahrolduğu şeylerin git gide küçüldüğünü fark ediyorum.
Şükretmek güzel, güzel fakat insan restoranda yemek yiyebildiği için bile şükretme ihtiyacı hisseder mi?
Ya da evine sağ salim vardığı için minnet eder mi?
Çocuğuna istediği oyuncağı almayı bırakın, istediği meyveyi alabildiği için şükreden insanlar görüyorum.
Peki, bu mudur insanca yaşamak?
*
Geçen senelerde Çifti Belgesi olduğu için 5 bin TL bayram ikramiyesi yatmayan ve bu yüzden kahrolup ağlayan bir kadın görmüştüm.
Yine televizyonda, sabahın erken saatinde ucuz et kuyruğuna girip, eli boş döndüğü için kahrolan yaşlı bir amcanın görüntülerini izlemiştim...
Peki, bu mudur insanca yaşamak?
Bu sorunun cevabını herkes kendi fıtratına göre değerlendirirken, sizinle Nazım Hikmet'in 'Yaşamaya Dair' şiirinin bir bölümünü paylaşmak istiyorum.

***

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.