FREUD
, kişiliğin ilk 5 yılda oluştuğuna inanırken bence unuttuğu bir şey vardı; sorumluluk. Bir insan nasıl büyütülürse, ileride o şekilde davranır tezi doğru olsa da, istisnai durumlar vardır. İstisnalar kaideyi bozar mı, bozmaz mı bilmiyorum ama bir şeyin var olup olmamasından daha önemli şeyler vardır. Ne kadar olduğu ve nasıl var olduğu. Diğer türlüsünde insan kendini labirente sıkışmış bir fare gibi hissedebilir. Çünkü olmama ihtimali onu hiçliğe sürekler. Gerek yoktur bu kadar keskin tamlamalara. İnsanoğlu bahaneleri her zaman tünelin sonundaki ışık olarak gördüğü için, kendi potansiyelini hiçe sayıp sadece tünel karanlık olduğu için ilerleyemediğini düşünür. Aile veya yetiştirilme tarzı kişiliğimizin temelini oluştursa da o temeli nasıl kullanacağı insanın kendi tercihleri ile alakalıdır.
Örneğin; şiddet gören bir çocuk, ailesi tarafından kabul edilmemiş bir ergen ve ya sağlıksız iletişim içinde yaşayan bir yetişkin. Bu 3 insanın hayatına yön verirken inandığı düşüncelerden birisi ben böyle gördüm, beni bu hale insanlar getirdiyse eğer bu kişi sorumluluk almaktan kaçınan ve aslında çevresindeki her şeye karşı tutumunu kendine çeviren bir projeksiyondur.
Diğer seçenek ise; evet, ben bunları yaşadım ama böyle olmayabilirim. Bu benim hayatım ve dümen benim elimde, nereye çevirirsem oraya giderimdir.
Bir nevi yeniden doğma.
İnsanlar kaçıyor kendilerinden, düşündüklerinden ve gerçeklerden. Toplum içinde yaşamak demek, toplumun düşündüğü her şeyi düşünmek yerine kendi düşünceleri ile var olmak demek. İnsanlar ise bunun aksine inanıp, kaybetme korkusu ile hareket edip sürekli bir gruba ait olma isteği ile hayatına yön veriyor. Yalnız kalmayı çaresizlik olarak gördükleri için bunun olmaması için olmadıkları kimliklerde, olmadıkları bir hayat yaşıyorlar. Aslında insanoğlu her düşüncesinde ve duygusunda kendini ele veriyor. Kurduğu cümleler istedikleri, kuramadığı cümleler daha çok istedikleri. Bunu fark eden insanlara başka bakıyor, başka görüyor ve başka konuşuyor. Bazen konuşmadan anlaşıyor. Sessizlik bile o an çöle düşen bir su tanesi gibi anlamlı hale geliyor. Hayat önümüze ne getirirse getirsin sonunda bir bilinmezlik, acaba mı? Aslında yaşamak bu yüzden güzel. Kimse sonunu bildiği bir filmi izlerken ilk izlediği keyfi almaz. Hep farklı şeyler görür ama son hep aynı sondur. Yeni filmlere bilet almak lazım, yeni yerler görmek, yeni insanlarla konuşmak, yeni yemekler keşfetmek lazım. İnanmak başarmanın yarısı klişesine de inanıp ilerlemek lazım. Öğrenilmiş her çaresizliğimizi fark edip, öğrendiklerimize ket vurmak lazım. Yaşamak lazım, bir gün adını dahi anmama ihtimalini görüp yaşatmak lazım. Sevgi vermeden, sevgi beklememek lazım. Çünkü bencilsin, benciliz, benciller. Bu olumsuzluğun aksine insanın aslında var oluşunda yatan bir olgu. Hayatının fragmana bak sana sadece belli keskin noktaları gösteriyor. Ayrıntısı içinde. İyi izleyip görebilmek lazım. İyi seyirler.