İnsan hakları

​KADIN Hakları Günü gibi özel günlerde sıkça dillendirilen 'kadın hakları', 'çocuk hakları' ya da 'engelli hakları' gibi kategorizasyonlar, ilk bakışta dezavantajlı grupların görünürlüğünü artırmak gibi görünse de temelinde yatan büyük bir sorunu göz ardı etmemizi sağlıyor.

​Meseleye "kadın hakları" diye baktığımızda, zımnen, bu hakların bir lütuf olduğu veya yalnızca belirli bir cinsiyete özgü ek bir paket olduğu algısını yaratıyoruz.

Oysa tüm bu haklar, sadece ve sadece insan olmaktan kaynaklanan, evrensel ve devredilemez haklardır. Bu ayrıştırma, bir grubun diğerini "norm" kabul ettiği, güçlü olanın merkezde durduğu ve diğerlerini "özel düzenlemelerle" idare ettiği ataerkil ve ayrımcı bir yaklaşımın ürünüdür.

​Toplumu, biri karar alma mekanizmalarında tam yetkili, diğeri ise "özel ilgi" bekleyen iki parçaya bölmek, asırlar boyunca süren cinsiyetçi bir tutumun siyaset sahnesindeki en çarpıcı yansımasıdır.

​Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi tarihinde, kadınların temsil düzeyine baktığımızda bu ayrımcı yapının ne denli kemikleştiğini görüyoruz.

​Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bugüne dek görev yapmış yalnızca tek bir kadın Başbakan bulunmaktadır: 1993-1996 yılları arasında görev yapan Tansu Çiller. Yüz yılı aşkın bir süreçte, en üst yürütme makamında sadece bir kadının bulunması, siyasi iradenin ve toplumsal önyargıların kadınların liderlik potansiyelini ne ölçüde kısıtladığının en net kanıtıdır.

​Güncel siyasete baktığımızda da tablo iç açıcı değildir. Mecliste grubu bulunan veya kamuoyunda ağırlığı olan siyasi partiler arasında, Meral Akşener dışında, Genel Başkanlık koltuğunda oturan bir kadın lider neredeyse yok denecek kadar azdır.

​Bu rakamlar bize şunu göstermektedir: Toplumun tam yarısını oluşturan kadınlar, siyasetin karar alma mekanizmalarının merkezinde hala yeterince temsil edilmemektedir.

Kadınlar, sadece oy deposu, propaganda yüzü veya arka plan yöneticisi olarak değil; politikaları belirleyen, bütçeyi yöneten ve ülkeye yön veren liderler olarak yer almalıdır.

​Artık, hakları kategorize eden ve insanları ayrıştıran bu dili bir kenara bırakmanın vakti gelmiştir. Mücadelemiz, "kadınlara daha fazla hak verilsin" talebi değil; "kadınların insan olarak sahip olduğu haklara tam, koşulsuz ve eşit erişimi sağlansın" talebi olmalıdır.

​Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi, sadece ekonomik büyümesiyle değil, gücünü toplumsal cinsiyet eşitliğinden, vicdanın evrenselliğinden ve her bireyin sadece insan olduğu için değer görme hakkından almalıdır.

Siyaset de bu evrensel vicdanın bir yansıması olmalıdır.

​Türkiye'nin ilerlemesi için, cam tavanları paramparça edecek, tüm hakları tek bir evrensel paydada toplayacak ve ayrımcılığı lügate dahi sığdırmayacak bir vizyona ihtiyacı var.

Toplumumuzun yarısını temsil eden kadınların, hak aramak zorunda kalmadığı günleri kutlamak ümidiyle.

Esen kalın...