İnançlı olmak

TÜM toplumlarda inançlı olmaktan söz edilir. Her toplumda, sayıları sınırlı da olsa, çok farklı inançlara sahip insanlar bulunmasına karşın, çoğunluğun aynı inanca odaklandığını görürüz. Bu inançlar genelde, örf, adet ve gelenek...

TÜM

toplumlarda inançlı olmaktan söz edilir.
Her toplumda, sayıları sınırlı da olsa, çok farklı inançlara sahip insanlar bulunmasına karşın, çoğunluğun aynı inanca odaklandığını görürüz.
Bu inançlar genelde, örf, adet ve gelenek şeklinde bir kuşaktan diğer kuşağa aynen aktarılır.
İnsanlar, bir dine, mezhebe ya da düşünsel açılıma hatta bir ideolojiye, parti tercihine, muhakkak birilerinin bir biçimde kendilerini etkilemesiyle yönelirler.
Çocukluğumuzdan başlayarak gençlik yıllarımızda, tıpkı konuştuğumuz dil gibi, dinsel, mezhepsel, ideolojik ya da parti hatta futbol takımı tutmamızın başlangıcında, ya ailemizin, ya çevremizin ya da okuduğumuz okulun hatta bulunduğumuz çevrenin yönlendirmesiyle, çoğunluğun yöneldiği bir çizgiye sürü mantığı içinde balıklama dalıp gideriz.
“Sürüden ayrılan kuzuyu kurt kapar” sözünün etkisiyle de, sürüden ayrılmamaya özen gösterir, sürü uçuruma yönelse bile, sürünün peşinden gideriz!
Bunda “Mahalle baskısı”nın da etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Ne zaman ki, sürü içgüdüsünü yenip, kendi kendimizin efendisi olarak, özgür bir birey olma kaygısıyla, her şeyi araştırıp öğrenerek sorgulamaya başladığımızda, inandığımız ve yöneldiğimiz birçok şeyin yanlışlığını görerek, yeni arayışlara yelken açmanın gerçekçiliği ile yüzleşmeye başlasak bile, alışkanlıklarımızdan ve çevremizdekilerin etkisinden kurtulmanın da, pek öyle kolay olmadığını görüyoruz!
Aslında, hayatımızdaki tüm olayların ve gelişmelerin, evrensel fenomenlerin, insan beynini zorlayan gizemlerinin derinliğine inmeye çalıştığımızda, gerçeğe bir düşünsel yaklaşımdan ya da tek bir perspektiften bakarak ulaşmanın imkansızlığını da görebiliyorsunuz.
Evrenin bu denli zengin, ulaşılması ve anlaşılması çok zor gizemine karşın, bilimsel arayışlar, ne denli derinlere dalsa da, birey olarak hepimizin bu derinliğe ve bilgeliğe ulaşmamızın imkansızlığıyla karşı karşıyayız.
İşte, insanoğlu evrende yaratılmış tüm değerlerin değerini bilimsel olarak çözümlemeye çalışırken, kimileri de yaradılışı çok basit bir şekilde tanımlama uyanıklığı içine girerek, insanları kandırabilmekte.
Bilginin zorluğu ve zahmetine karşın, bilgisizliğin kolaycılığına yönelen yığınların bu zaafını gören uyanıklar da, bu zaafa odaklanıp, insanları, belli doğmalarla, hikayelerle, masallarla ve efsanelerle belli alanlara yönlendirerek yönetmeye başlıyorlar.
İşte bu yüzden de, dogmanın, insan aklının, insan aklını engellemesi olduğu söylenmekte.
Son yıllarda ülkemizde, dinsel argümanlarla insanların kandırıldığına, dolandırıldığına sık rastlamaya başladık.
Her hangi bir düşünsel yaklaşıma inanmaya saygı duyulması gerektiğinden söz edilirken, bu şeylere inanmamanın da bir inanç olduğunu bir türlü kabullenemiyoruz.
İnançsızlığı mahkum ederek, bir inancın sahibi olmanın gerektiğini söyleyenlerin, inanmamanın da bir inanç olduğunu kabul etmeleri gerekmez mi?
Çoğumuz, evrendeki özellikle de dünyadaki yaratılmış canlı ve cansız tüm varlıkların mükemmelliği karşısında akıl yürütmekte ve onları anlamakta zorluk çektiğimizde, haklı olarak, bu mükemmelliğin bir sahibi ve yaratıcısı olduğuna inanıyoruz.
İslam da Allah’a inancın fıtri, dinlere inancın ise, zamanla benimsenebileceği ya da öğrenilebileceğini söylemekte.
Burada önemli olan, dünyada sayısı oldukça fazla olan bu dinlerden hangisinin doğru ve Yaradan’ın kendi öğretisi olduğunu bulabilmektir.
İşte bu arayışlar sonrasında, salt Allah’a yönelip, mevcut dinlerin Allah’ın sözü olmadığı iddiasında bulunan Deistlerin de bir inanç sahibi olduğunu söylemek mümkün.
İşin çok daha çarpıcı yanı ise, bütün dinlerin hatta deistlerin bile inancı salt Yaradan’a dönük olmasına karşın, dinsel ve mezhepsel düşmanlıkların ve savaşların anlamı ne olabilir ki?
Yaradan’a dinsel yaklaşımla yönelenlerin büyük bir çoğunluğunun, dinsel öğretilerin, din adamlarının ve de dini liderlerin en küçük ayrıntılara yönelerek, toplumlarda inanç farklılığına dayalı ayrışmalara, kutuplaşmalara ve çatışmalara yol açarlarken, inananların da bunların peşine takılıp, Yaradan’dan uzaklaşıp, Yaradan’la kul arasına girenlerin sözlerine çok daha fazla değer verme yanlışı içine girdiklerini görüyoruz.
Dünyada hatta evrende kendisini önemseyen tek varlık insanoğlu.
İşte bu önemseme nedeniyledir ki insanoğlu, ölüp yok olmayı kabul edemediğinden, kendini ölümsüzleştirip, kendine yeni bir dünya bile inşa edebiliyor!
Tüm bu düşünsel çarpıklıklar arasında boğulmamak, yanlışlara yönelmeden doğruyu bulmamız için, Allah dünyadaki tüm insanlara akıl ve fikir ihsan eylesin demekten öte diyebileceğimiz bir şey yok!