İmar rantı bitiyor mu

ÜLKEMİZİN şehirleşme dinamiklerini köklü bir biçimde dönüştürmeyi hedefleyen, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yayımladığı ‘İmar Planı Değişikliğine Dair Değer Artış Payı Uygulama Yönetmeliği’ ile yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz.

Resmî Gazete ’de yerini alarak yürürlüğe giren bu düzenleme, yıllardır tartışma konusu olan "rant" ve "keyfi imar değişikliği" kavramlarına net bir çizgi çekmeyi amaçlıyor. Artık, imar planı değişiklikleri neticesinde taşınmazların değerinde oluşan artışın yüzde 90 gibi büyük bir kısmı kamuya aktarılacak.

​Bu karar, yalnızca mali bir düzenleme olmanın ötesinde, temel bir şehircilik ilkesinin yeniden tesis edilmesi anlamına geliyor. Planlı büyümenin önündeki en büyük engellerden biri olan bireysel menfaat odaklı imar değişiklikleri, bu pay zorunluluğu ile caydırıcılık kazanacak ve kaynakların adil bir şekilde toplum yararına dönüştürülmesi sağlanacak.

Yönetmelik, aynı zamanda kamulaştırılamayan ve mülkiyet üzerinde kısıtlılık yaratan taşınmazlar için de çözüm yolları sunarak, vatandaş mağduriyetlerini yargıya taşınmadan giderme vizyonunu ortaya koyuyor. Peşin ödemeye yüzde 10 indirim veya taksit seçenekleri gibi kolaylıklar sunulması da düzenlemenin sosyal yönünü güçlendiriyor.

​Ancak, modern şehirlerin karşı karşıya kaldığı zorluklar yalnızca imar rantının önlenmesiyle bitmiyor. Şehirlerimizi bir yandan finansal disiplinle tanıştırırken, diğer yandan iklim değişikliği ve betonlaşma tehdidine karşı da daha yaşanabilir kılmak zorundayız. Özellikle son yıllarda yükselen ve "lüks konfor" vaat eden rezidans tarzı projelerde sıklıkla rastladığımız, geniş peyzaj alanlarının bile parke veya mermerle kaplanması, çevresel sürdürülebilirlik açısından büyük bir sorun teşkil ediyor.

​Bu durum, sadece estetik bir kaygı değil, şehirlerin geleceğini tehdit eden ekolojik bir yaradır. Yağan yağmurun toprakla buluşmasının neredeyse imkânsız hale gelmesi, yer altı su kaynaklarımızın beslenememesine ve şehirlerimizin adım adım çölleşmesine neden oluyor. Lüks konutların havuz, otopark ve sert zemin üçgenine sıkışmış çevre düzenlemeleri, bir yapılaşma başarısı olmaktan çok, doğal döngüye vurulan bir darbedir. Bu nedenle, Değer Artış Payı düzenlemesi gibi vizyoner bir yaklaşımla, inşaat sektöründe çevre konforunu zorunlu kılacak yasal adımların da atılması elzemdir.

​Sevindirici bir gelişme olarak, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği’nde yaptığı değişikliklerle, belirlenen büyüklükteki yeni yapılarda yağmur suyu toplama sistemleri ve gri su geri kazanım sistemleri zorunlu hale getirilmiş durumda. Bu, özellikle 2.000 metrekare ve üzeri parsellerde ve büyük inşaat alanlarında suyun döngüye katılmasını sağlayacak çok önemli bir adımdır. Ancak bu sistemlerin zorunlu kılınmasının yanı sıra, rezidans ve toplu konut alanlarının parsel içinde belirli bir oranda geçirgen toprak ve nitelikli yeşil alan (bahçe) bulundurma zorunluluğu da bir an önce getirilmelidir. Bu sayede hem yağmur suyu hasadı desteklenir hem de şehirlerimizin akciğerleri olan yeşil dokunun korunması ve artırılması sağlanır.

​Şehirlerin planlı gelişimi, sadece kat ve fonksiyon artışının adil yönetilmesiyle değil, aynı zamanda nefes alan, suyu tutabilen ve doğal döngüsünü koruyabilen yapılarla mümkündür. Kamu yararı, yalnızca mali kaynakların paylaşımında değil, aynı zamanda vatandaşın temiz havaya, suya ve toprağa erişim hakkının güvence altına alınmasında da aranmalıdır.

Esen kalın...