Hocaların dedikleriyle yaptıkları

HALK arasında, 'Hocanın dediğini yap da, yaptığını yapma” mealindeki uyarı günümüzde anlam kazanmaya başladı. Hocaların dedikleri doğruysa, kendilerinin de halka önerdikleri yolda ilerlemeleri gerekmez mi? Demek ki, kimi hocalar, insanlara,...

HALK

arasında, “Hocanın dediğini yap da, yaptığını yapma” mealindeki uyarı günümüzde anlam kazanmaya başladı.
Hocaların dedikleri doğruysa, kendilerinin de halka önerdikleri yolda ilerlemeleri gerekmez mi?
Demek ki, kimi hocalar, insanlara, inanmadıkları bir yolu tavsiye ederlerken, kendileri bambaşka bir güzergahta koşuşturuyorlar!
Eğer bir din, temel ilkelerinden uzaklaşmış, her toplum, her cemaat hatta her bir kişi, aynı dini farklı farklı yorumlayarak, insani yönü ağır basan, kötülükleri ve her tür çatışmayı ortadan kaldırmayı amaçlayan bir din anlayışından tutun, en acımasız ve en korkunç çirkinliklerin sergilendiği, günahsız insanların katledildiği bir din anlayışına kadar uzanan bir yelpazeye taşınabiliyorsa, bu din, Yaradan’ın gerçek dini olmaktan çıkarılmış, insanların kendi kendilerine oluşturdukları bir dini inanç anlayışına dönüşmüş demektir.
Aslında, son dönemlerde insanlar, salt Yaradan’a yönelme yerine, Yaradan’ı istismar eden kimi insanların peşine takılarak, Yaradan’dan giderek uzaklaşıp, inandıkları dine göre, Yaradan’a şirk koşarak, günah işlediklerini söylemek bile mümkün!
Bütün inançların ve de dinlerin özü Yaradan’a dönük olduğuna göre, farklı yollardan Yaradan’a ulaşmaya çalışan insanların, bir din anlayışından yola çıkarak, birbirlerini şu ya da bu gerekçelere dayalı olarak düşman ilan edip öldürmeleri, Yaradan’a yönelmenin bir yolu, yöntemi olabilir mi?
İnsanoğlu ilk oluşumundan bu yana, yaradılışın gizemine ve bilinmezliğine dönük olarak, hep bir güç arayışı içinde olmuş ve bu arayışa dönük olarak da Yaradan’ı bulma ya da anlama arayışı içine girmiştir.
İnsan, doğanın ve doğadaki diğer canlıların acımasızlığı karşısında, bir güce dayanıp, ondan destek alma ihtiyacını duymuştur.
İslam anlayışına göre de Allah’a inancın fıtri yani doğuştan dinlere inancın ise sonradan oluştuğu kabul edilmekte.
İlkel toplumda başlayan bu arayışla birlikte, insanlar birçok şeyi tanrısallaştırmıştır.
Bu döneme, çok tanrılı dinler dönemi deniliyor.
Sonrasında ise, tek tanrılı dinler dönemi başlıyor.
Günümüzde, tek tanrılı din olarak, peygamberi, kutsal kitabı olan Müslümanlık, Musevilik ve Hıristiyanlık var.
Tabii ki, bu üç dine inananlar, kendilerine göre, gerçek dinin kendi dinleri olduğunu iddia ediyorlar.
Burada ilginç olansa, aynı dine mensup insanların, aynı peygambere ve aynı kutsal kitaba inanmalarına karşın, mezhep ve tarikat anlamında belli ayrışmaya giderek çatışma noktasına gelebilmeleri!
Aslında bir gerçeğin altını özellikle çizmekte yarar var.
Ortadoğu’da yeşeren Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık’ta Yaradan’ın insanlara indirdiği bir kutsal kitap ve bu kutsal kitabı insanlara aktaracak olan bir peygamber var.
Uzak doğu dinlerinde ise, Yaradan’la iletişim kuran bir peygamber yok.
Sadece, Yaradan’ın istediği şekilde bir insan olabilmek için, nasıl olunması ve ne yapılması gerektiğini öğütleyen bir örnek insan söz konusu.
Bence üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken konu bu!