Hayatta kalmanın şartları

DEĞERLİ okurlar. Bir düşünür, doğadaki canlıların yaşam serüveniyle ilgili bakın ne demiş: 'Bir canlının yaşama kabiliyeti; yaşama olanaklarını elde edebilme kabiliyeti ile onları, aynı yaşama olanaklarına ihtiyaç duyan diğer...

DEĞERLİ

okurlar.
Bir düşünür, doğadaki canlıların yaşam serüveniyle ilgili bakın ne demiş:
“Bir canlının yaşama kabiliyeti; yaşama olanaklarını elde edebilme kabiliyeti ile onları, aynı yaşama olanaklarına ihtiyaç duyan diğer canlıların yağmalama girişimlerinden koruyabilme kabiliyetinin toplamıdır.”
Bu bakış açısından yola çıktığımızda, bütün canlılar, buna insan da dahil, yaşayabilmek için, öncelikle kendisinin yiyebileceği canlıları ele geçirme becerisiyle birlikte, kendisini yiyebilecek canlılara karşı da, kendisini koruyabilecek belli donanımlara sahip olması gerekiyor demektir.
Doğanın dengesinin acımasızlık üzerine kurulu olduğunu sürekli dile getirdiğimize göre, bu acımasızlığa dayalı yaşam serüvenimizde de, hem bize dönük saldırılara karşı güçlü donanımlara sahip olmamız, hem de, yaşamak için, ihtiyaç duyduğumuz şeyleri elde edebilme adına çok güçlü olmak zorundayız demektir.
İnsanoğlunun ilk oluşumundan bu yana, iki temel ilişkiye dayalı mücadelesi var.
Biri insanın doğaya karşı, ikincisi de gene, insanın insana karşı mücadelesinden söz edebiliriz.
İnsanoğlu doğaya karşı mücadelesinde aklı sayesinde büyük mesafe kat ederken, insan–insan ilişkileri giderek çok daha tehlikeli ve acımasız boyutlara tırmanmış durumda.
Tarih boyunca, insanlar birbirleriyle, şu ya da bu nedene dayalı olarak savaşıp durmuşlar.
Bugün de aynı rezillik çok daha tehlikeli bir biçimde devam edip gidiyor.
Terör, teknolojinin de gelişmesi sayesinde, yerelden küresel boyutlara tırmanmış durumda.
Toplumlar ve bireyler, yaşama kabiliyetlerini geliştirebilmek için şu ya da bu anlayışa dayalı olarak, bir birliktelik içine giriyorlar.
Bu birlikteliğin en güçlü yapısının, insanların bir araya gelerek oluşturdukları devlet olduğunu söyleyebiliriz.
Devletler de zaman içinde, ayakta kalabilmek ya da çok daha güçlenebilmek için birbirleriye savaşıp durmuşlar. Bugünse, aynı devlet içinde çok farklı, etnik yapıya dinsel ve mezhepsel hatta düşünsel farklılıklara dayalı birliktelikler yüzünden, belli kutuplaşmalara dayalı çatışmalar giderek yaygınlaşıyor.
Olaya makro düzeyde baktığımızda, bu tür çatışmaların kaçınılmazlığını kabul etmek ve buna göre önlemler almak zorundayız.
Bunun için de, toplum olarak, güçlü bir dayanışma içine girmemiz, her tür saldırıya karşı belli donanımlara sahip olarak sürekli güçlenirken, gerektiğinde karşı saldırılarda bulunabilecek bir güce de sahip olmamız gerekmekte.
Demek ki, ayakta kalabilmek için, hem içteki hem de dıştaki saldırganlara karşı koyacak ve onları yok edebilecek bir birlikteliği sağlayarak, çok güçlü bir ekonomiye ve de ileri teknolojiye sahip olmamız şart.