“…Konu inşaat olunca; “çekme mesafesi” ya da “çekme sınırı” kavramı, dillere dolanır, durur… Ancak bizim gibi az gelişmiş toplumlarda, son derece sevimsiz bir kavramdır, bu kavram… Kimsecikler uymak istemez bu kurala…
O nedenle dip dibe, burun burunadır binalarımız.
(…)
İnşaatlarda, ‘çekme sınırı’ dediğimiz şey nedir biliyor musunuz?...
Güneş hakkıdır...
‘Güneşten yararlanma hakkının’ engellenmemesi için bulunmuş, matematiksel bir ölçüdür. İki katlı binalarda 3’erden 6 metre olan bu mesafe, kat sayısı arttıkça değişir (büyür).
Bu hak, insanoğluna, anayasayla verilmiş hakların bile üzerinde olan bir haktır. Çünkü bu hak, insanoğluna Yaradan tarafından verilmiştir. Dolayısıyla bu hakkı, kimsenin önlemeye, engellemeye, yasaklamaya hakkı yoktur.”
Böyle diyor, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Yalçın Memlük.
Kayseri Müftüsü Necmettin Nursaçan da; Yaradan’ın kullarına verdiği, örneğin ‘güneşten yararlanma ve esinti alma hakkını’ engelleyen kişi ya da kurumların bu davranışını; Yaradan katındaki en büyük günahlardan biri olan ‘kul hakkına saldırı’ olarak değerlendirir.
* * *
Evet Sayın Belediye Başkanları, belediyelerimizin konuyla ilgili yetkilileri, sayın mimarlar, sayın üstenciler (müteahhit) ve de sayın arsa sahipleri...
Bu demektir ki öbür dünyada işiniz çok zor. Allah yardımcınız olsun.
Kaldı ki günahlarınız sadece, çekme sınırlarına uymayarak, insanların güneşten yararlanma hakkını önlemekle de sınırlı değil...
Yaptığınız imar vahşeti ve neden olduğunuz çarpık kentleşme nedeniyle, gırtlaklarınıza kadar günah batağının içersindesiniz.
Neyse... Biz olayın uhrevi boyutunu bir yana bırakıp, dünyevi boyutuna dönelim.
* * *
Sevgili Mehmet Ali Dim’i, bir tarihte Prof. Dr. Yalçın Memlük Hoca ile yaptığı söyleşide (Vizyon Dergisi Haziran 2006 sayısında); Sayın Dim’in; “... Varsayın ki, beton tarlasına çevirdiğimiz Alanya’yı; onarma, düzeltme görevini, size vermeye karar verdik. Siz de kabul edip, ertesi sabah Alanya’yı teslim aldınız. Na’parsınız?...” sorusu üzerine, şöyle demişti Memlük Hoca;
“Önce teslim aldığım tarihteki Alanya’nın, bire bir maketini yaparım.
Bir deterjan alır, yaptığım o maketin yukarı tepelerinden, sıkarım deterjanı.
O nedir biliyor musunuz?
Gelen rüzgârdır o. Acaba hangi koridorlardan geçip, nereye kadar geliyor onu görürüm. Hangi setler o rüzgârı engelliyorsa; o engelleri, o setleri saptarım.
Bu rüzgârlar, buraya hayat veren rüzgârlardır.
Bu rüzgârları neresi engelliyorsa; oralarda önlem alıp, ilk önce kalkması (yıkılması) gereken yapılar olarak, o engelleri belirlerim.”
Sonra?
“Sonra da (özetle); daha sonra hazırlanacak ‘koruma amaçlı bir revize imar planıyla’ kentin nefes almasını engelleyen tüm engelleri (halkı da eğitim yoluyla ikna ederek) kaldırırım…”
Evet.. Aynen böyle demişti Memlük Hoca.
Doğru mu?
Doğru...
Aklın yolu bir… Bu saatten sonra da Alanya için yapılabilecek başka bir şey de kalmadı zaten...
Böyle bir görüşün, (40 – 50 yıl sonrası için bile olsa) uygulanabilirliği vardır ya da yoktur.
Ben işin orasında değilim.
Ben buradan başka bir konuya gelmek istiyorum.
Konunun uzmanı Sayın Prof. Dr. Yalçın Memlük’ün; Alanya maketi üzerinde yapmayı tasarladığı deterjan testi olayını, bir gözünüzün önüne getirin bakalım...
Sizce, Kuzey Alanya’dan (Hocanın anlatımıyla karşı tepelerden) sıkılan deterjan köpüğünün dirhemi, denize ulaşabilir mi?
Ulaşamaz.
Neden?
Çünkü Alanya’nın hiçbir noktasında, öyle bir kanal, öyle bir boğaz, öyle bir koridor yok.
İşte o nedenle Alanya nefes alamıyor. İşte o nedenle Alanya’nın ciğerleri tıkalı.
… …
Tekrar dönelim yazımızın başına.
Şimdi bu bilgiler ışığında; bu belediyeler, bu mimarlar, bu mühendisler, bu üstenciler, bu arsa sahipleri; çekme mesafelerine uymayarak, insanların, sadece “güneşten yararlanma haklarını” mı ellerinden alıyor(lar)?
Ya da bu efendilerin yedikleri tek kul hakkı, bu mu?
Hayır.
Bu efendiler, abuk imar (ya da mevzi imar) planlarıyla; insanların, “esintiden, rüzgardan yararlanma haklarını” da (labirentimsi setler uygulayarak) ellerinden alıyorlar.
Yani?
Yani kul hakkı üzerine, kul hakkı yiyorlar.
* * *
Şimdi size sesleniyorum, sözüm size Efendiler!...
Bulunduğunuz makam, bulunduğunuz koşullar ne olursa olsun; Yaradan’ın insanlara lütfu olan, ‘güneşten ve esintiden yararlanma haklarını’ insanların elinden alamazsınız.
Yaptığınız yanlış işlere, insanların yaptığı yasalara göre kılıf bulabilir; o yasa ve yönetmeliklerle, kedinin fareyle oynadığı gibi oynayabilirsiniz.
Ama ilahi yasalarla oynayamazsınız.
Kul hakkı yiyorsunuz efendiler, kul!...
Öte dünyada, bu yaptıklarınızın hesabını veremezsiniz.
Bu konuyu şöyle, uzun uzadıya bir düşünün bakalım.