Gözleme ile hayat kurtarılır mı

​ ALANYA’NIN güneşli sokaklarında bu aralar hüzünlü bir telaş, sessiz ama derinden bir direniş var. Mahalle aralarında kurulan kermeslerde, sacın üzerinde dumanı tüten her gözlemede, ellerin büyük bir sabırla ördüğü her hırka ilmeğinde aslında tek bir isim, tek bir nefes yankılanıyor: Taha Miraç. Bir kentin sokakları ilk kez bu kadar yoğun bir umut ve bu kadar ağır bir çaresizlik kokuyor.

​Taha Miraç, kasları her geçen gün biraz daha eriyen binlerce DMD’li evladımızdan sadece biri. Ama onun hikayesi, bir yıldır süren ve henüz sadece yüzde sekizine ulaşılabilmiş bir yardım kampanyasının devasa yükü altında eziliyor. Matematik bazen çok zalimdir; eğer bu hızla devam edilirse, Miraç’ın ilacına kavuşması için gereken süre tam on yıl. Maalesef, kasları her sabah biraz daha güç kaybeden bir çocuğun değil on yıl, on ay, hatta bazen tek bir gün bile bekleyecek lüksü yok. Bizler için sadece "vakit" olan kavram, onun için kendi başına ayağa kalkabilmek, bir bardağı tutabilmek ve nihayetinde ciğerlerine hür bir nefes çekebilmek demek. Zaman, Taha için akan bir su değil, onun çocukluğunu eksilten bir hırsız gibi işliyor.

​Bir annenin ocağın başında gözleme satarak, bir babanın kapı kapı dolaşarak milyon dolarlar toplamaya çalışması, modern dünyanın en büyük trajedisidir. Bizim genlerimizde yardımlaşma var; birleşiyoruz, paylaşıyoruz, kumbaralara umut atıyoruz. Ancak bu yük, sadece halkın omuzlarına bırakılamayacak kadar ağır, kermes stantlarına sığmayacak kadar büyüktür. Annelerin sac başında döktüğü ter, aslında sessiz bir feryat ve sistemin eksik kalan yanlarına tutulan bir aynadır: "Bir çocuğun yaşaması, neden sadece bir ailenin çırpınışına ya da bir mahallenin merhametine bağlı kalsın?"

​Asıl çözüm, bu süreci bireysel bir yardım çabası olmaktan çıkarıp bir "milli mesele" olarak ele almaktan geçiyor. Bir çocuğun yaşama hakkı, ilaç firmalarının belirlediği rakamların soğukluğuna ve borsa değerlerine terk edilemez. Bu mücadeleyi kermes stantlarından çıkarıp devletin şefkatli ellerine teslim etmeliyiz. Evlilik öncesi tarama testlerinin zorunlu hale getirilmesinden, bu devasa ilaç maliyetlerinin devlet düzeyindeki stratejik pazarlıklarla makul seviyelere çekilmesine kadar hayati adımlar atılmak zorunda. Nadir hastalıklar için özel bir sağlık fonu oluşturulmalı ve hiçbir çocuk "parası yetmediği için" toprağa verilmemelidir.

​Alanya’da Taha Miraç’ın standının önünden geçerken sadece bir kumbara, bir paket gözleme görmeyin. Orada zamana karşı amansız bir yarış, tükenmekte olan bir umut ve "Beni kaderime, beni bu sessizliğe terk etmeyin" diyen masum bir bakış var. Gözleme satarak o milyon dolarlar belki bir günde birikmez ama sesimizi birleştirirsek o ses duvarları yıkar, kalpleri titretir ve karar mercilerini harekete geçirir.

​Unutmamalıyız ki; biz sustukça Taha Miraç’ın dünyası sessizce daralıyor. Bugün onun için elini taşın altına koymayan her birimiz, yarın bir çocuğun kaybolan gülüşünde kendimizden bir parça suçluluk bulacağız. Bu sadece Taha’nın değil, insanlığın sınavıdır. Bizim bir akşam yemeğine, bir fincan kahveye ayırdığımız meblağlar, okyanusta bir damla gibi görünebilir; ama unutmayın ki okyanuslar damlalardan oluşur. Birleşen eller sadece bir bedeni değil, toplumun adalete ve vicdana olan inancını da ayağa kaldıracaktır.

​Taha Miraç’ın on yıl bekleme şansı yok. Bizim ise onu görmezden gelme, "başkası yardım eder" deme lüksümüz hiç yok. Eğer biz bugün bu sesi duymazdan gelirsek, yarın eksilen her bir kas hücresinde hepimizin sustuğu o sessizliğin ağır vebali olacaktır. Vicdanımızı bir kermes tezgahının sıcaklığına değil, bir çocuğun yarınlarına ortak ederek ferahlatabiliriz. Şimdi kendimize en çıplak haliyle sormamız lazım: Bir çocuğun tek bir gülüşü, kaç milyon dolardan daha değerlidir? Ve biz, o gülüşün yavaş yavaş sönmesine gerçekten seyirci mi kalacağız?

Esen kalın…