Giderek bozuluyoruz

TOPLUMSAL olarak, giderek yozlaşıp, bozulup, kokuşuyoruz. (Bu cümleyi kimi köşe yazılarımda sürekli yinelediğimden, bizim yakışıklı müdür Ferit Kesen bıyık altından pis pis gülmeye başlamıştır bile!) O gülse de, gıcık da olsa,...

TOPLUMSAL

olarak, giderek yozlaşıp, bozulup, kokuşuyoruz.

(Bu cümleyi kimi köşe yazılarımda sürekli yinelediğimden, bizim yakışıklı müdür Ferit Kesen bıyık altından pis pis gülmeye başlamıştır bile!)
O gülse de, gıcık da olsa, bugünkü toplumsal gerçeğimizi en güzel ifade eden bu cümleyi tekrarlamaya devam edeceğim.
İnşallah yazıyı kökten sünnetleyip kesip atmaz!
Dalkavukluk konusunda üstümüze yok.
Belki de bu, ümmetçilikten gelme bir alışkanlık.
Bana göre, köylülükten kentliliğe, çok hızlı bir biçimde daha yeni yeni geçiyoruz.
Yani.
Kentlilik bilincinden yoksun köylüler, kentleri doldurdu.
Dolayısıyla, gerçek kentliler de, bu saldırı furyasından rahatsız olup, doğayla iç içe olma laf salatalarıyla, kentlerden köylere kaçmaya başladı!
Çok daha önemlisi, kent soylular giderek tarihe karışmaya başladı.
İşin bir başka yönü ise, Osmanlıda biz Türkler ikinci sınıf vatandaştık. Savaştan savaşa yağma peşinde koşturulduk.
Bu yüzden de zanaatkar ve sanatçı yetiştirme konusunda güdük kaldık.
Tüm bu işlerde azınlıklar en ön saflarda yer aldılar.
Biz de, Cumhuriyet sonrasında tüm bu işleri azınlıklardan öğrendik.
Çocukluğumla gençlik yıllarımdan hatırlıyorum.
Esnaflarımız, terzi, berber, tamirci hatta inşaat ustaları hep Ermeni ve Rum vatandaşlarımızdandı!
Osmanlıda aristokraside olmadığı için, biz Türkler demokrasiyi de bir kültür aynı zamanda bir yaşam biçimi olarak henüz özümseyip benimseyebilmiş değiliz.
Vatanımızdaki vatandaşların çoğu da, oradan buradan geldiği için, tam olarak milli bir bütünlükten söz etmek de pek mümkün değil!
İşte bu yüzden de, bunca vatan ve millet haininin ihanetiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Toplumsal yozlaşmanın, bozulmanın ve kokuşmanın hangi boyutlara vardığını görmek için haberlere ve haberlerdeki soygunlara, vurgunlara, fındık kabuğunu doldurmayan konularda bile işlenen cinayetlere bir bakın!
Belli bir kültür düzeyini yakalamış, demokrasiyi yeterince özümleyip benimsemiş, her anlamda sorumluluk duygusu taşıyan insanlarımız genelde, bakabilecekleri ve en iyi şekilde yetiştirebilecekleri kadar çocuk yaparken, bu bilinci edinmemiş yığınlar, yapabildikleri kadar çocuk yapmaktan geri durmuyorlar.
Yedi, sekiz hatta on çocukla bir iki odalı evde sefalet içinde yaşayan insanların çocuklarını nasıl yetiştirdiklerini düşündüğümüzde, bu çocukların büyüdüklerinde bu ülkeye ve bu topluma ne gibi faydaları olabileceğini düşündüğümüzde, pek umut var olmamız mümkün mü?
Bugünkü, tüm toplumsal olumsuzlukların en önemli nedenlerinden birisinin de bu olduğunu anlamak için bilge olmaya bile gerek yok.
Hele son günlerde, Suriye’den gelen üç milyon garibanın durumlarını da düşündüğümüzde, gelecekten ne kadar kaygı duysak azdır!
Türkiye neredeyse yolgeçen hanına döndü.
Bizden başka hayırsever bir ülke ya da toplum yok mu?
Diğer ülkeler, göçmenleri ya da her kapılarına gelen yabancıları neden ülkelerine kabul etmiyorlar?
Onlar aptal ve acımasız, biz akıllı ve hayırsever miyiz?
Dünün kentlerindeki yaşam biçimi ve insan, insan ilişkilerindeki yardımlaşmayı ve karşılıklı güvene dayalı sevgi ve saygı ortamıyla bugünkü güvensizliği ve de çatışmayı düşündüğümüzde, yozlaşmanın başlıca nedeninin kontrolsüz bir biçimde hızlı nüfus artışı olduğu ortada.
Ülkücü öğreti de “Kemiyet değil, önemli olan keyfiyet” derken, bir gerçeğin altı özellikle çizilirken, kalabalıklardan çok kalitenin önemi vurgulanmaya çalışılmış.
Biz ise, hala kuru kalabalıkların peşinde koşup duruyoruz!