Gelenekselleşen utanç

​BUGÜN, takvimler 25 Kasım'ı gösteriyor. Tüm dünyada olduğu gibi, bizde de bu tarih "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" olarak anılıyor.

Ancak bugün, bir kutlama değil; aksine, bir utanç tablosunu bir kez daha gözler önüne serme ve bir yüzleşme günüdür.

​ Aslında şiddet gören o kadın; bir babanın evladı, bir erkeğin ablası ya da kız kardeşi, bir eş ya da bir hayat arkadaşıdır. Bu gerçeği idrak edemeyen, elini vicdanına koyamayan her bir birey, aslında sadece o kadına değil, kendi insanlığına ve kendi geleceğine de şiddet uygulamaktadır.

​Bu konunun ne kadar derin bir yara olduğunu görmek için istatistiklerin soğuk yüzüne bakmak zorundayız. Türkiye'de yapılan araştırmalar (2014 TKYAİŞ Araştırması), kadınların yüzde 38'inin yaşamlarının herhangi bir döneminde fiziksel şiddete maruz kaldığını gösteriyor. Bu oran, OECD ülkeleri ortalaması olan yaklaşık yüzde 23,4’ün oldukça üzerindedir. Yani, her 10 kadından 3’ünden fazlası hayatının bir döneminde bu acıyı yaşıyor. Bu, istatistik değil, yüreğimizdeki kara bir grafiktir.

​Şiddet mağdurlarının ezici çoğunluğu, yani yüzde 80'i kadın, faillerin ise yüzde 90'ı erkektir (UNFPA-TKDF verileri). Daha da acısı, şiddetin en yaygın kaynağı kadının en yakınındaki kişidir: Şiddet vakalarının yüzde 63'ünde fail, kadının eşi veya eski eşidir.

​Bu rakamlar, sorunun sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal ve yapısal bir problem olduğunu net bir şekilde göstermektedir. Ne yazık ki, kadına yönelik şiddet ülkemizde hala kabul edilemez seviyelerde seyretmektedir.

​Düşünün ki, bir erkeğin evinde, annesine ya da ablasına şiddet uygulandığında, o çocuk büyüdüğünde şiddeti "normal" bir çözüm yolu olarak kodlayacaktır. Şiddet, böylece gelenekselleşen bir utanç mirası haline gelir. Kadına şiddet uygulayan, yarın kendi kız çocuğunun, kendi kız kardeşinin de aynı kaderi yaşamasının yolunu açtığını idrak etmeli. O tohumu kendi eliyle ektiğini bilmeli. Bu sadece bir "kadın" meselesi değil, tüm toplumu yozlaştıran, nesilden nesile aktarılan zehirli bir döngüdür.

​Mücadele sadece hukuki düzenlemelerle, koruma kararlarıyla sınırlı kalamaz. Mücadele, zihniyette başlamalıdır.

​Eğitimde: Erkekliği güçle değil, merhametle ve sorumlulukla tanımlayan bir anlayışı aşılamalıyız.

​Dilde: Kadını aşağılayan, nesneleştiren her türlü söylemi derhal terk etmeliyiz.

​Hukukta: Cezasızlık algısının önüne kararlılıkla geçmeli, caydırıcılığı artırmalıyız.

​Biz, bu ülkenin insanları olarak, annelerimizin, kız kardeşlerimizin, eşlerimizin ve kızlarımızın gözlerinin içine onurlu ve huzurlu bir gelecek vaat edemiyorsak, kalkınmışlık iddiamızın hiçbir anlamı yoktur.

​25 Kasım, sadece anma ve protesto günü değil, bir söz verme günüdür. Şiddete sıfır tolerans göstereceğimize, bir kadının çığlığını duyduğumuz an müdahale edeceğimize, sessiz kalmayacağımıza dair verdiğimiz yemin günüdür.

​Ne zaman ki, o grafiklerdeki rakamlar utancımızın değil, başarımızın kanıtı olur; ne zaman ki, 25 Kasım'da artık sadece anma değil, kutlama yapabiliriz; işte o zaman, tam anlamıyla insan olmuşuz demektir.

​Yüreğimiz yorgun, ama mücadelemiz kararlıdır. Bir kadının daha şiddete maruz kalmadığı bir dünya hayaliyle...

Esen kalın…