Sabah çorbasının arakasından Hacı Kerim’i de aldı Gırbelen Gözeği’nin yolunu tuttular. Bizde Sülo’yla Şahin Kayası’nı Yıprağı kontrol etmek için çıktık. Biz yine bir şeye rastlayamadık. Hacı ile Kerim Gırbelen’den aşığıda kale denen kayada sekiz yaşında bir teke görmüşler. Teke yağmurun altında sakince yatıyormuş. Yağan yağmurun bir damlasını boşa geçirmeden saatlerce tekeye yaklaşmaya çalışmışlar. O esnada açılıp kapanan kör dumanıda kendi lehlerine kullanmışlar. İfadelerine göre en fazla yüz metre yaklaşmışlar. Hacı her zamanki gibi torbasını Kerim’in tüfeğinin altına destek yapıp buyur demiş. O gün Kerim’de benim mavzer s56 vardı. Kerim ön tetiği çekip tetik ağırlığını almış fakat heyecandan olsa gerek tam nişan alamadan parmağı ikinci tetikle temasa gelince tetik düşüp tüfek boşa patlamış. Hacı olur böyle şeyler dediysede Kerim’in morali bozulmuş.
Akşama manarda toplandık. Kerim ben bu hatayı nasıl yaparım diyip kendi kendine dizlerini dövüyordu. Yavrum dedim ben bu yaşta avcılığın ustalığını hiç yaşayamadım. Yaşadım diyen olursada inanmam. Çünkü doğa insan için hep bir sürprizler zinciri ve çözüm bekleyen halkalar yumağıdır.
Üçüncü günün sabahında Sülo’yla Kerim döndüler. Hacı’yla ben kaldım. Eğer av yaparsak bir yolunu bulur eczaneye haber göndeririz. Eğer av yapamazsak takip eden hafta sonu sizde gelirsiniz iki günde sizle avlanır döneriz diye fikrimi Kerim’le Sülo’ya söyledim.
Hacı’yla o gözek senin bu gözek benim günleri bile takip edemeden avlanmak için uğraştık. Bir öğleden sonra Gırbelen Gözeğin’nden Akdağ’ın eteklerini dürbünlerken Hacı al dedi Baba gördüm. Dim Alacami Köyü ile Bucak Çökelesi’ni bağlayan katır yolunun üstünde avcılar tarafından düldülün yalımı olarak bilinen sarp kayalıkta teke yanında kaç tane olduğunu tespit edemediğimiz dişileriyle birliktelerdi. O bölgeyi avucumuzun içi gibi bildiğimizden Hacı teke ayağımıza kadar gelmiş katır yolundan gidip kurşun atmamızı bekliyor dedim. Hacı da Baba tam dediğin gibi haydi davranalım dedi. Hemen toparlanıp katır yoluna düştük. Çok vakit kaybetmeden ve de zorlanmadan tüfek atabileceğimizi hesapladığımız yere geldik. Katır yolundan biraz sürünerek çam torularının arasından girip pozisyonumuzu alınca tekeye uzaklığımız en fazla elli bilemedin yetmiş metreydi. Teke kendinden biraz büyük bir kaya yumrusunun üstünde yatıyor, önüne aldığı iki oğlaklı bir keçide tekenin müsaade ettiği kadar etrafından ayrılmayarak yemleniyorlardı. Kanımca keçi tam savrukmamıştı. Teke büyük bir sabırla keçinin kendine davetkar davranmasını bekliyordu. Sekiz yaşını geride bırakmış bu muhteşem yaratığın boynuzları enli ve uzundu. Buda bize tekenin hem bitki örtüsünün olmadığı kırlarda hemde ormanda yaşadığının işaretini veriyordu. Akdağ’da yaşamış ilk vurduğum tekelerin azı dişlerinin siyah inci gibi olduklarını yazmıştım. O zaman onların kıymetini bilemedim. Şimdi kıymetini bilemediğim dişlerin peşine düşmüştüm. Siyah inci dişli bir teke vursam dişlerini müzemde sergilemek istiyorum. Buda tekeye olan sahiplenme duygularımın ihtirasa dönüşmesine sebep oluyor.