Ben yer yer tekeye açık düştüğüm için işim zordu. Bir çam dalı kestim. Tüfeğimi çapraz astım. Önüme tuttuğum çam dalının arkasına gizlenerek yoluma devam ederken sert esen fırtına zaman zaman çam dalının da tesiriyle beni kıç üstü deviriyordu. Bunları bile göğüsleyip hesapladığım yere ulaştım fakat mesafe hala çok uzaktı. Başka bir yakınlaşma şansımda yoktu. Bu çamlıktan çıktığım an ya beni görürdü yada fırtınadan karışan kokumu alırdı. Çünkü aramızdaki açı değişmişti. Dağın yapısı da başka bir şansı bana tanımıyordu. İster istemez buradan atış yapmalıydım ama nasıl. Av torbamı tüfeğimin altına destekledim. Yatan tekenin kalkmasını beklemeye başladım. Bu arada soğuktan birazda heyecanla üşümdeki parkayı yırtacak kadar beni sarsan bir üşümeye yakalandım. Kendi kendime temmuz ağustos aylarındaki Alanya’daki sıcakları telkin etmeye başladım. Bu soğuklar gibi çok soğuklar gördüğümü, Trakya’nın ayazını, Gi Dağı’nın buzlarını yenmiş bir insansın bunlar nedir ki diye kendime yaptığım telkinler fayda vermiyor beynim vücuduma bire türlü söz geçiremiyordu. Böyle bir şeyi ilk yaşıyordum. Değilse benim disiplinli vücuduma beynimin söz geçiremediği çok nadirdi. Yaşlanıyor muydum ne. Bu arada tekeni solunda bir hareket algıladım. Dürbünü oraya çevirince yekenin neden burada olduğunu hemen anladım. Oradaki küçücük bir yazmıştı. Bizim koca teke o küçük genç kız için buradaydı. Onu gönüllemeye çalışıyordu. Yazmış bir zıplamayla bulunduğu koca kayada biraz yükselince bizim tekede kalktı. Yönünü yazmışa çevirip pıskırdı. Bana tam kılıç duruyordu ama dürbünün çaprazına aldığım teke benim titrememden dürbüne girip girip çıkıyordu. Titrememde azalacağı yerde çoğalıyordu. Bu hayvanı kaçıracağım. Hacı zaten onu göremiyor. Hiç değilse bir tüfek atayım. Tüfek atmak için elimdeki eldiveni çıkarınca fırtına eldivenimin tekini bir anda arkamdaki çamın tepesine çıkardı ve ben sağlıklı nişan aldığımı zannedip tetiğe dokundum. Teke önce hiç hareket etmedi. Tamam dedim bu kurşunu yedi. Şimdi bir sarsılıp Hacı’nın üstüne uçacak, işimizde kolaylaşacak. Bende uçanların dibine inerim, oradan onu alıp gideriz. Ama tahmin ve ümidim boşunaydı. Alakasız belki de hayatımın en kötü atışını yapmıştım. Attığım kurşun tekenin yakınına bile varmamıştı. Çünkü yakınına varsa onun durduğu taşa vuracak, oradan kalkan toz ve vurma sesinden tekede ürkecekti. Öyle olmamıştı hiçbir şey olmamı gibi teke biraz yukarıda duran yazmış için zıplayınca durumu anladım ve tüfeğin içindeki beş mermiyle daha havayı ve taşları dövdüm. Çok geçmeden Hacı yanıma döndü. Bir bakıp geleyim dedi. Ümitsizim dedim ama sen bilirsim. Hacı gidip birazdan geri geldi. Baba dedi tekenin dört ayağı da sağlam basıyor. Yukarı Kiraz Dağı’na doğru yazmışla birlikte kaçıyorlar ama dert değil, üzülme. Bu sene on dörtlü tekeyi vurduk yeni sene on beşliyi vururuz. Hacı’nın söylediklerine gülsem mi ağlasam mı bilemiyordum. Beş gündür hayalini kurduğumuz tekemiz bir anda kaybolup gitmişti. Fırtınanın dövdüğü gözlerim, gözlerimin üstü müthiş ağrıyordu. Tuhaftı üşümemde geçmişti. Hacı’yla Andışlı İn’e indik. Birer çayla ciğerlerimizi de tütün dumanıyla ısıttık ev dağdan ağır ağır inişe geçtik. Uçurtmaka geldiğimizde hava kararmıştı. Fırtına bütün şiddetiyle devam ediyordu. Bizim tekenin on beş yaşını yaşamasına müsaade etmeyecek başka avcılarda vardı. O başka avcılardan biriside bizim Sülo’ydu. Bizden bir hafta sonra Suyun Çatı’nda oturmuş beklerken bizim teke aynı yazmısın peşinde Karasay’dan çıkmış, Sülo’nun önüne kadar hadi beni vur der gibi gelmiş. Sülo’da onun işini orada tek kurşunla bitirmişti.
DEVAM EDECEK