Kılavuzların öncülüğünde yerimizi alarak beklemeye başladık. Ve kazlar gölden kalkmaya başladılar. Yoğun sisten kalkan kazları göremesek te, kalktıklarını çıkardıkları sesten anlayabiliyorduk. Bu göl diğer göllere göre daha az sessizdi. İçinde barındırdığı kuş çeşidi ve adedi şüphesiz tuz göllü kadar yoktu. O Cihanbeyli’deki avlar gibi insanın kulağını tırmalayan yüksek desibelli kuşlar orkestrasının müziği burada yoktu ama yinede üstümüzden geçen kaz ve ördeklerin kanat seslerini ve zaman zaman çıkardıkları sesleri algılayabiliyorduk. Derken havanın biraz daha aydınlanmasıyla ilk sessizliği Mehmet Köseoğulları bozdu. Kullandığı tüfek beş otomatik bir Magnum’du. Havayı yırtan beş sesin sahip olduğu mermilerden dördü kazları havada yakalayınca yere paralel uçan kazlar sanki yönlerini değiştirmişler gibi kafaları öne sarkarak peş peşe düştüler. Ondan sonrasının görüntü ve sesini ayırt etmek mümkün değildi. Artık herkes çeşitli açılardan geçen kuşlara tüfek atıyor, düşen kuşları tilkiler, çakallar gibi yorulmadan ava sahip olan isteyen avcılardan önce toplamak isteyen çocuklar durmadan düşen her kuşa koşuyorlardı. Bu gürültülü hengame yirmi dakika veya yarım saat sürdü. Bu geçen kısacık zaman kesiti herkesi tatmin edecek kadar tüfek atmasını ve av vurmasını sağlamıştı. O sisli havada birer karartı gibi düşen kuşlara koşuşan çocuklar kuşları orta bir yere toplayıp kaz ve ördekten küçücük bir tepe oluşturmuşlardı. Birkaç tane kaz yaralı düşüp suya ulaşmışlar, suya düşen ölülerin arasında bize çaresiz bakıyorlardı. Kılavuzlardan biri kasık çizmesiyle suya girip yaralıların acısına son verip hepsini birer birer meyve toplar gibi toplayıp getirdi. Çocuklar çabucak ortadaki kuştan tepeciği kılavuzlardan birinin kullandığı traktörün römorkuna aktardılar. Bizde arabalarımıza geçtik. Gölü sınırları içinde tutan köye geldiğimizde daha saat sabahın dokuzuydu. Bizi köyün orta yerinde duran köy odasına aldılar. Köy odası 15-20 metre kare büyüklüğünde dikdörtgen bir odaydı. Her cephesindeki küçücük birkaç pencereyle aydınlanan odanı üstü toprak zemini ahşap döşemeydi. Köyde herkes geçimini buğday ekmekle ve koyun yetiştirmekle sağladığından yünden yapılmış rengarenk kilimler zemini örtmekteydi. Odaya girişte sol tarafta kalan iki metre kare kadar ahşap döşenmemiş, toprak bırakılmış alan odada kalanların temizlenmesi için bırakılmıştı. İbriklerden su döken erkek çocukların yardımıyla orada eller, yüzler, ayaklar yıkanıp atık suda bir kenardan akıp gidiyordu. Hatta isteyen burada herkesin önünde vücut temizliğini de yapabilir diyorlardı. Odada herkes yerini alıp yün döşeklere yayılıp, yün yastıklara dirsek keyfi yapınca kocaman çaydanlıkta çay, ayrı bir kapta süt ve kıtlama yapılacak şeker geldi. Odayı tezek marifetiyle ısıtan sobanın üstüne çaydanlık yerleştirildi.
DEVAM EDECEK