Geçmişin izi (330)

Metin'le Alanya'da komşuluğumuz sürerken kadınlarımızı da bir ava götürmek istedik. Kararlaştırdığımız gün hava çok bozdu. Gürleyip yağıyordu. Bütün büyükler vazgeçmemiz için ısrar etseler de biz bir kere karar vermiştik....

Metin’le Alanya’da komşuluğumuz sürerken kadınlarımızı da bir ava götürmek istedik. Kararlaştırdığımız gün hava çok bozdu. Gürleyip yağıyordu. Bütün büyükler vazgeçmemiz için ısrar etseler de biz bir kere karar vermiştik. Çıkacaktık. Metin, eşi, ben, eşim, benim daha küçük olan iki oğlum, ve Metin’in kayın biraderi Mehmet Özdemir Alanya’dan çıktık. Değirmenönü’nde Sülo’yu, Armutlar’ın üstünden de Hacı’yı aldık. Hanımlara da av eti ikram edeceğimizi vaat edip meyve ve kuruyemiş dışında bir şey hazırlamamalarını söylemiştik. Yola devam ederken beklemenin altında yol tamamen göçmüştü. Yola devam edemedik. Geri dönüp bir saplama yoldan Ladin Tepe’ye çıktık. Kuşyuvası yolu o zamanlar Eriktepesi’ne varınca daha yukarıdan geçmekteydi. Yolun bazı yerlerinde çamur o kadar fazlaydı ki arabanın zaten muntazam olmayan ön kapılarından içeriye çamur giriyordu. Bazı dar geçitlerden geçerken de dağlardan inen sel suları arabanın üstünden aşıyordu. Emektar yine arazi ikinci vites Çökele’ye gece yarısı beş saatte çıkmıştı. Semerci’nin manarına yerleştik. Sülo ile Hacı bir komşu manarı açtılar. Bizim uyku tulumlarına örtü, döşek takviye edildi, ateş yandı, yarım uykularla sabaha ulaşıldı. Bütün gece durmayan yağmur gündüzde devam etti. Çaresiz beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Vakit geçirmek için çocukluğumuzda oynadığımız davacı, tokmakçı oyununu oynadık. Masallar, fıkralar anlattık. Cumartesi gününü öylece tamamladık. Geceyi geçirip pazarı görünce yağmur yine devam etti. Belki hava bir açar etrafı gezeme fırsatı yakalayabilir miyiz ümidiyle pazar akşamına kadar bekledik. Fakat hava açmadı. Fasılasız yağmur yağdı. Çaresiz dönüşe geçtik. Bu sefer Kuşyuvası’ndaki yoğun sis dönüşümüzü güçleştirdi. Benim vefakâr dostların Havı’yla Sülo Elmalısu’dan Sapakhanı’na kadar arabanın önünde biri sağda biri solda yürüdüler. Bende onları takip ederek arabayı kullanabildim. Gayet tabi arabadakilerde hiç durmadan dualar okudular. Fakat her zaman dediğim gibi dert değildi. Biz doğanın sürprizlerine alışıktık. Hanımlara vaat ettiğimiz tekeler başka bir zamana kalabilirdi. Daha önce yazılarımda 1980’den sonraki ülkemizdeki kökten değişimlerden bahsetmiştim. O doğrultuda her şeyde olduğu gibi Türkiye silah pazarının da hizmetine girmişti. 1990’lı yıllara doğru her türlü av silahına Türkiye’de ulaşılabiliyordu. Emperyalizmin dayatması ile Turgut Özal hükümetinin açtığı çığır, çığ gibi büyüyerek genişliyordu. Kapitalizmin sevimli yüzü küreselleşmenin cazibesine Türkiye’de kapılmıştı. Bu kadar teslimiyetçi davranmaya mecburiyetimiz var mıydı, yok muydu o politikacıların ve ekonomistlerin işiydi. Benim ilgi alanım silahtı.
DEVAM EDECEK