O zaman kadar teke avında kendime uygun Alanyalı bir arkadaşın yokluğunu hep hissetmişimdir. Ahmet o boşluğu dolduruvermişti. Artık teke avına birlikte devam ediyorduk. İlk avımızı Kuşyuvası’nda yapacaktık. Sülo’yu da alıp Hacı’nın evini bulduk. Gece Hacı’nın evinde öyle ortamlara alışık olmayan Ahmet, bulduğu bir gazetenin her yerini sabaha kadar birkaç defa okumuştu. Sülo’yla Ahmet, Hacı’yla da ben ayrılmıştım. Dönüşte Sülo’ya arkadaşımı nasıl buldun diye sorduğumda çok iyi hoş ama gereğinden fazla cesur. Bastığı yerlere hiç dikkat etmiyor. Çayın bir tarafından öbür tarafına geçmek için biz atma atıp yürüyüp geçiyoruz, o sırığın bir ucunu suya koyup öbür ucuna çıkıp maymun gibi kayalara atlıyor. Bu kadar cesaret bu dağlarda fazla tehlike diyordu. Ama bu konularda üstün kabiliyeti sayesinde her şeye kısa zamanda uyum sağlayıvermişti. Bütün bildiklerimi Ahmet’e aktarmak istiyordum. Oda çok hırslı olduğundan hiçbir şeye itiraz etmeden her şeyi kabulleniyordu. Ona bir sümbül avının zevkini tattırmak istediğimde mevsim bahar başı falandı sanırsam. O mevsim aslında av mevsimi değildi ama geçmişte de bahsettiğim gibi gezginde ve katımda et vermeyen teke sümbülde avcıya teslim olur söylencesi hala Toroslarda geçerliydi. Kuşyuvası Kanyonu’nun sağından Hacı’yla ben girdim. Karşıdan da Ahmet ile mSülo girdiler. Hacı’yla Çanlak, Merdivenli, Çürük, Gevenli derken akşam üstü Gocaağaçlık’a kadar vardık. Dürbünümüze hiçbir şey girmedi. Gocaağaçlık’ı da geçip Uçanlar’ın dibine vardığımızda karşıdan peşpeşe mavzer sesleri gelmeye başladı. Arkadaşlar tekeleri bulmuşlar tüfek atıyorlardı. Biz hacı ile tüfek sesine avlıkta bir hareket olur mu ümidiyle göz kulak kesilmişken Gocaağaçlık’tan bizim altımıza doğru birden fazla olduğunu zannettiğimiz hayvanların ayak sesleri duyuldu. Tüfeğin dürbün kılıfını sıyırıp beklemeye başladım. Hacı yanımda şu karşıki yalıma geçtiklerinde nasıl olsa yavaşlayacaklar diyip bana yardımcı oluyordu. Tüfek yüzümde, parmağım tetikte onun dediği yere dikkatle bakarken hayvanlar geçmeye başladılar. Keçi, keçi, oğlak, keçi, keçi derken teke dürbüne girdi. Tetiğe dokundum. Kurşunun vurma darbesiyle dengesi bozulan hayvan düştü ama tüfeğin dürbününden algılayabildiğim kadarıyla düşerken toparlandı ve ön ayaklarının üstüne bir kayanın arkasına indi. Hacı teke düştü dedi. Hayır dedim. Teke vuruldu ama yaralı ve ayaklarının üstüne basıyor. Şimdi bu kadarıda abartılmış diye düşünülebilir ama dürbünlü tüfekle diyaloğu çok iyi olan atıcı ve avcılar beni anlayacaklardır.
DEVAM EDECEK