Geçmişin izi (276)

Bayırkozağacı Köyü'nden Davut Hocalar veyahut Davut Ustalar namıyla bölgede ünleniş ailenin torunlarından İbrahim Manavgat'ta amcasının yanında çilingirlik sanatını öğrendikten sonra Alanya'ya gelmiş, bugünkü Lokanta Su...

Bayırkozağacı Köyü’nden Davut Hocalar veyahut Davut Ustalar namıyla bölgede ünleniş ailenin torunlarından İbrahim Manavgat’ta amcasının yanında çilingirlik sanatını öğrendikten sonra Alanya’ya gelmiş, bugünkü Lokanta Su Restaurant’ın karşısına dükkanını açmıştı. Atadan çok iyi bir sanatkar olan genç İbrahim usta konuşmayı, konuşurken de sigara içmeyi çalışmaya tercih etse de ailesinin ününden olsa gerek çok fazla tüfek tamire gelmekteydi. Benimde tüfek merakımdan tamire gelen tüfekleri görmek için boş zamanlarımda İbrahim ustanın dükkanına uğrar tüfeklere bakardım. İbrahim ile dostluğumuz ilerleyince beni köyüne teke avına davet etti.
İbrahim’in köyünün avlıkları daha önce bahsettiğim Susuz Dağı’nın batı tarafıydı. Susuz Dağı’nın batı tarafındaki Elma Kayası olarak bilinen avlıklara daha önce Şevket Süvari ile bir kez gitmiştim. Şevket Süvari ile gittiğimiz araba o zamanların gözde araçlarından bir Anadol kamyonetti. Havada çok soğuk, karlı olduğundan dağın yolları buzlanmış, avlığa çıkamadan dağın eteklerinde kalmıştık. Halbuki esas teke avı dağa adını veren birkaç yüz metre kare açık ve düz arazide bulunan birkaç yabani elma ve zingit armudu ağacının olduğu yerden başlıyordu. Biz Şevket ile gittiğimiz zaman arabamızı Takanlar Köyü’nün üstüne yola bıraktık, çıkabildiğimiz kadar bilmediğimiz dağa çıkmaya çalışmıştık. Öğle olmasına rağmen dürbünle tekeleri görmüştük. Bu dağa çıkamadığım içinde bende bir uhde kalmıştı. O gün ulaşamadığımız tekelere bakıp bakıp söyleniyordu Şevket Suvari. Hay sakalının sivrisini öptüğüm keratalar. Tüfek menziline girseniz de gözlerinizden de öpsem ne var. Siz hep buza kaçarsınız, bizde Baba ile böyle çaresiz bakarız.
Şevket Süvari böyle söylenirken ben erken kara yakalanmış deliğine giremeden soğuktan uyuşmuş bir engerek yılanını üstüne oturmuşum. Şevket görüp hiç hareketsiz öylece ölü gibi kıvrılmış olan yılanı ezmişti. Şimdi o dağlara avlanmaya gitmek heyecanlandırdı beni. İbrahim ile emektar Land Rover’ a atladık. Güzelbağ’ı geride bırakıp Kozağacı Köyü’ne vardığımızda hava kararmıştı. Yol boyu Konaklı’dan başlayıp Güzelbağ’ı geçene kadar oralardaki avladığım keklikleri anlattım İbrahim’e. Ağabey buraları benden fazla gezmişsin diyordu İbrahim. Avda sonuca gitmeyi konuşmaktan fazla seçmeme rağmen çenem açılmıştı. Kozağacı Köyü bizim Alanya köylerine pek benzemiyordu. Gerçi Gündoğmuş ve Akseki köylerinin çoğunluğu bizim sahil köylerine benzemezler. Sahil köylerinin hemen hemen hepsinin karakteristik özelliği konutlar dağınıktır. Dağ köylerinde bunu tam tersi. Daracık, eğri büyrü sokakcıklar oluşturarak konutlar bitişiktir. Hatta bazılarına komşunun avlusundan geçilir. Buda oralarda kolektif yaşamanın önemli olduğunun bir işaretidir. Nedense sahil köyelerinde buna rastlamak mümkün değildir. Hatta Alanyalılar bunun tam zıttını ifade eden özlü sözleri çok sık söylerler. Köşen boşa taş doldur veya ayrı yap bokun belli olsun. İnsanları paylaşımdan uzaklaştırmak isteyen bu sözlerin tam zıddına Bayırkozağacı’nda herkes birbirinden haberdar tek organizma gibi yaşıyordu o yıllarda
DEVAM EDECEK