2005
senesiydi.
Bilen bilir, o dönem gazeteciliğe ara vermiş, Atatürk Bulvarı üzeri, Hancı Pastanesi yanında ufak bir market işletiyorum.
Turizmde yine kriz var, elektrikler zırt pırt kesiliyor, işler kesat, Ağustos'un tam en civcivli akşamlarından birinde, dükkanın içine dört zabıta memuru birden dalıverdi.
Birinin elinde ufak bir fotoğraf makinesi, bir dışarıdan, bir içeriden sürekli dükkanın fotoğrafını çekiyor, diğerleri ellerinde tutanağa benzer kağıtlara bir şeyler yazıp çiziyor, bu arada dükkanın içindeki müşteriler de üniformalı memurları görünce olanca hızla dışarı kaçıyorlardı.
Kendimi adeta, özel harekatçılar tarafından hücre evine baskın yemiş terör örgütü elemanı gibi hissetmiştim.
Müşteri turistlerin dükkan dışına kaçmaları bir yana, civarda ne kadar esnaf varsa dükkanın önüne birikmiş, birazdan özel harekatçıların ele geçirdiği el bombaları, kalaşnikofları çıkarmalarını bekliyorlardı, pardon, zabıta memurlarının neden dükkana geldiklerini anlamaya çalışıyorlardı.
Gazetecilik yaparken tanıdığım zabıta memurlarından birine, daha kibar olabileceklerini söyleyip, ardından neden böyle bir giriş yaptıklarını, bu baskının sebebini sordum.
"Hakkında şikayet var" dedi.
"Allah Allah. Kim, neden şikayet etmiş beni" dedim.
"Kim olduğunu söyleyemeyiz ama elbette şikayet konusunu söyleyip ifadeni alacağız" dedi.
Sonra olayın şöyle cereyan ettiğini anlattı.
Yerli tatilci vatandaşlardan biri 0.5'lik denilen küçük su istemiş, normalde satış fiyatı 50 Kuruş iken ben 2 TL istemişim, müşteri itiraz edip parasını geri isteyince önce hakaret etmiş, ardından tartaklamışım, dükkandan dışarı atmışım, gidip istediği yere şikayet edebileceğini, ben gazeteci olduğum için kimsenin bana dokunamayacağını falan söylemişim, o da gidip belediyenin resmi internet sitesindeki "elektronik ihbar kutucuğu"na ismini bile yazmadan beni şikayet etmiş.
"Ne zaman olmuş bu olay?" dedim.
"Dün akşam" dedi.
"Güvenlik kameramız var. Buyurun, inceleyin. Eğer, değil dün akşam, bütün bir hafta, bir ay veya bir yıl içinde böyle bir olay olmuşsa, dükkanı hemen devredip gelirini istediğiniz yere bağışlayacağım" dedim.
"Orasını bilmem, şikayet şikayettir" dedi.
Tutanak tuttular, hepsinin üzerinde tek tek etiket olan ürünlerin fotoğrafını çektiler, gittiler.
Ertesi gün soluğu doğruca Alanya Belediyesi'nde aldım, durumu yetkili bir tanıdığa anlattım, isimsiz ihbar mektubu ile böyle hücre evi basar gibi, terörist avlar gibi dükkana girilmemesi gerektiğini izah ettim, falan filan.
Kamera kayıtlarının incelenmesine gerek olmadığını, bir dilekçe verip hakkımdaki şikayetin asılsız olduğunu beyan etmemi, ilk encümen toplantısında dilekçenin işleme konulacağını, hakkımda verilen cezanın iptal edileceğini söyleyip, bir iki bardak da çay ikram edip gönderdiler.
Uzun yıllar, kurallara uymaları yönünde esnafa yönelik olumlayıcı yazılar kaleme alan, haberler yapan bir gazeteci olarak o akşam gördüğüm bu anlamsız muamele çok ağırıma gitmişti.
Bu düpedüz, isimsiz bir ihbar mektubuyla haysiyet cellatlığı yapmaktı.
Ne yaptım biliyor musunuz?
Önce tek tek gidip uzaktan fotoğrafladım, sonra girdim belediyenin internet sitesindeki elektronik ihbar bölümüne, başta Alanya Belediyesi'nin en tepedeki isimleri olmak üzere, meclis üyeleri de dahil, kimin otelinde, kimin marketinde, kimin işyerinin önünde ne problem, ne kaçak köçek varsa hepsini fotoğraflarıyla beraber ihbar ettim, en kısa sürede işlem yapılmasını, aksi takdirde sade bir vatandaş olarak hakkımı Yargı önünde arayacağımı falan yazıp cevap beklemeye başladım.
Sonra ne oldu biliyor musunuz?
Ben encümenden yanıt beklerken, aradan bir iki gün geçti, belediyenin internet sitesindeki "elektronik ihbar kutucuğu" bir anda sırra kadem bastı.
Bu, şu anlama geliyordu.
Tıpkı benim başıma gelen olay gibi; artık hiç kimse, oturduğu yerden, ismini cismini bile vermeden, husumetli olduğu bir başka esnafı veya vatandaşı şikayet edemeyecekti.
***
Bunca lafı şunun için ettim kıymetli okuyucu.
Dün çarşıda rutin haber avındayken karşılaştığım ismi bende saklı değerli bir dostum, çekti beni bir köşeye, dedi ki...
"Sözüm ona, verdikleri ifadeler yüzünden Alanya'da isimleri itirafçı diye anılan, cezaevindeki işadamları ve turizmcilerin FETÖ'den içeri alınmalarına yol açtıkları iddia edilen grubun içine seni de dahil etmişler. O isimlerle çok sıkı fıkıymışsın. Şimdi böyle bir dedikodu yayıyorlarmış, aman dikkat et!"
Sadece güldüm ve aklıma hemen 2005'te, ufak bir markette, isimsiz ihbar mektubu sonucu başıma gelen malum olaylar geldi.
Sonra şöyle dedim.
"Bizi bilen bilir. 15 Temmuz'dan sonra değil, doğuştan Atatürk'ün askeri olduğumuzu, Türkiye Cumhuriyeti'ne ve değerlerine nasıl bağlı olduğumuzu, cemaatlere nasıl baktığımızı, cemaatlere yamanmak için kırk takla atanlara nasıl mesafeli olduğumuzu herkes bilir."
Ha, milletin üstüne mermi sıkan kalleş FETÖ'cülere ve sonradan pişman olan eski cemaatçilere yönelik kaleme aldığımız sert yazılar yüzünden adımız isimsiz cisimsiz bir ihbar mektubuyla bir yerlere monte edilirse, veya bizi refüze etmek, susturmak, saf dışı etmek için başka planları olanlar varsa, bu dedikodular bu yüzden yayılıyorsa, onu bilemem.
Kim yayıyorsa bu dedikoduları, bulur, gereğini de yaparız.
Doğmamış çocuğa bugünden don biçemem.
Başımıza öyle bir hal gelirse, elimize verirlerse babası belirsiz bir çocuk, ondan sonra elimize alırız iğneyi ipliği, don biçmeye başlarız.