Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethetmekle ortaçağdan yeni çağa kapı açmış ve Peygamberimizin "Kostantine bir gün fethedilecektir. Ne mutlu o komutana, ne mutlu o askere" diye 1000 yıl öncesinden büyük bir mucize göstermiştir. Nitekim, 1553 yılında 21 yaşındaki bir Sultan, 2. Mehmet, İstanbul’u fethetmekle, Peygamberimizin mucizesini gerçek-leştirmiş, Fatih ünvanını almıştır. Fatih’in bugün bile hayretle ve aynı zamanda onurla anımsadığımız gemileri, tayfaları ve açılmış yelkenleri ile Marmara’dan Haliç’e bir gecede indirmesi, 3 ay gibi çok kısa bir süre içinde Rumelihisarını yaptırması, onun azminin büyüklüğünü ve kesinliğini gösteren bir işarettir. Onun, İstanbul’u almak için ne kadar kararlı olduğunu şu sözleri gösterir: "Ya ben Kostantine’yi alırım, ya Konstantine beni alır" sözü ne kadar anlamlı ve ne kadar kararlılığının işaretidir. "Benim kararlılığımı sakalımdan bir kıl dahi bilse onu keser atarım, benim kılıcımın uzandığı yerlere onların hayali bile erişmez." Onun, askerlerine olan güven ve takdirlerine şu sözü çok güzel bir örnektir: "Eğer Fatih olmasaydım, Ulubatlı Hasan olurdum."Atatürk, 1919'da Anadolu’ya geçtiği zaman, yurdumuzun dört bir tarafı düşmanlarla işgal edilmiş, İstanbul ise karadan, denizden kuşatılmış, padişah ve hükümeti, düşmanların buyruklarını yerine getiren naçiz bir kurum olmuştur. Ordu terhis edilmiş, asayişi temin için ancak küçük bir jandarma birliğine izin verilmiştir. Bu karanlık tabloya rağmen, Mustafa Kemal her tehlikeyi göze alarak Bandırma vapuru ile maiyetindeki subaylarla beraber Samsun'a hareket etmiş ve oradan Amasya, Erzurum, Sivas ve Ankara’ya doğru yoluna devam etmiştir. Önce Ankara’da TBMM'nin açılmasını sağlamış, sonra ordu için seferberlik ilan etmiş, eli silah tutanları bir araya getirerek ordusunu kurmuş ve 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar'da düşmanı mağlup etmiş, Türk ordusu 900 kilometrelik yolu hem savaşarak, hem yanan köy ve kasabaları kurtararak 9 Eylül'de İzmir’e girerek düşmanı denize dökmüştür. Bu suretle Atatürk, Anadolu ve Trakya’yı düşmandan geri alarak Türk yurdunu kurtarmış, Sakarya savaşındaki yaralanması sebebiyle Gazi ünvanını almıştır. Bu kıyaslamayı şunun için yapıyorum. Fatih de, İstanbul’u almak için, kuşatmaya başladığı zaman, Avrupa’dan pek çok yardım için asker ve silah gelmiş, buna rağmen Fatih yılmamış, korkmamış ve sonunda muvaffak olmuştur. Gazi Mustafa Kemal, 3 yıl, 3 ay, 11 gün sonra 30 Ağustos 1922'de Yunan ordusunu Dumlupınar'da perişan etmiş ve 9 eylülde İzmir'de denize dökmüştür. Büyük taarruza başlandığı 26 ağustos 1922 tarihinden itibaren 15 günde İzmir’e gireceğini, Ankara’da yaptığı bir toplantıda bulunanlara açıkça anlatmış ancak, 13. günde gerçekleşmesini ise "Kusur bizde değil, düşmanda" diyerek ne kadar ileri görüşlü olduğunu bir kez daha göstermiştir. Savaş son bulmuş, bir çok inkilaplar yapılmış, Gazi cumhurbaşkanıdır. Lozan anlaşmasından 10 yıl sonra 1933 yılında ABD generallerinden Mc Arthur ile bir mülakat yapmaktadır. Bu görüşmesinde özlem duyduğu ve kendisine hedef seçtiği şu hususu söylemekten çekinmemiştir: "Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve adaları geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım.”Ne yazık ki, bu isteğini yapabilmesine “ömrü vefa” etmemiştir. İkinci cihan savaşında Yunanistan’ı işgal eden Almanya, savaşın sonuna doğru geri çekilirken adaları “Türkiye’ye teslim etme" talebinde bulunur. Ne var ki, o zamanki hükümet bu isteği kabul etmemiş Kaş ilçemizin burnunun dibindeki Meis adası bile 1500 kilometre uzaklıktaki Yunanistan'da kalmıştır. Bu suretle Atatürk’ün bir özlemi yerine getirilmemiştir. İşte böyle, Fatih de gizli tuttuğu bir ülkenin işgali için sefere çıktığında, yolda hastalanıp vefat etmiş, bu emeli yarıda kalmıştır. Bu bakımdan iki liderin bir çok ortak noktaları vardır, ancak ecel müsaade etmemiştir. Allah mekanlarını cennet eylesin.