Ey insan, bu nefisle nereye?

İnsanoğluyuz… Nefsimiz günahı celbediyor. Günah, keyif ve rahatlık verirken, tutkumuzun ateşiyle yanar durur nefsimiz… İmam Kastalânî Hazretleri, 'Mevâhib-i Ledünniye” adlı eserinde, günah işlerin insanlara ilâhî feyzi ve merhameti...

İnsanoğluyuz… Nefsimiz günahı celbediyor. Günah, keyif ve rahatlık verirken, tutkumuzun ateşiyle yanar durur nefsimiz…
İmam Kastalânî Hazretleri, “Mevâhib-i Ledünniye” adlı eserinde, günah işlerin insanlara ilâhî feyzi ve merhameti kestiğini, kalbi katılaştırdığını ve şeytana uyan insanın azgınlaştığını söyler. Onun için, isyana giden nefsin mutlaka ve mutlaka tevbe etmesi gerekir.
İlâhî huzura ulaşmak isteyen insanın birinci vazifesi salih amel ve Cenab-ı Hakk’a itaattır. Kişiyi bunlara götüren rehber de ilimdir, bilmektir.
İnsanın lisanını ilmin cevheriyle süslemesi lazım gelir. İlimden, bilmekten maksat nedir? Hayırla şerri seçmek, dünya ile ahireti tanımak, Rabbini ve nefsi bilmektir. Bu halleri bilen kimse amele geçer ve tevbeye ulaşır.
Günah, kişiyi cehenneme çeken bir kement olduğu gibi, tevbe de insanı Allah’a çeken bir nurdur. İnsan tevbeyi ahlâk-ı hamide haline getirirse, o zaman nefsin sıfatları kaybolur ve kâmil bir hale erişir. Bu yüzden insan önce nefsini bilmelidir.
Rasulullah (sav) Efendimiz, “En büyük düşmanın, iki kaşının arasındaki nefsindir” buyurmuştur. Ârifler, nefsin iki büyük başı olduğunu, birinci başının iki kaşımız arasındaki birleşme yeri olup, bununla akla, gözlere, kulaklara, kalbe, dile tesir ettiğini; ikinci başının karında bulunduğunu ve bununla da mideye ve avret yerlerine tesir ettiğini söylemişlerdir.
Yine Rasulullah (sav) Efendimiz: “Ya Rabbi, bana doğru yolu göster. Beni nefsimin şerrinden koru” demek suretiyle nefsin şerrini bize öğretmiştir.
Nefsini bilmek, mesela yılanı bilmek gibi değildir. Esas olan yılana sokulmamaktır, nefsi bilmek de onun ayıplarını görüp ahirette kendisini rezil-rüsva edeceğini bilmektir. Fakat nefs kendini gizler, nice çirkin hallerini güzel gösterir. Aynaya bakan çirkin kişinin de kendini beğenmesi gibi, insan kendi amelini nefsinin vasfıyla güzel görür. Yani kendi kusurlarını, ayıplarını bilip teşhis etmek zordur. Onun için nefsin ıslahı tasavvufî hayatın en büyük meselesi olmuştur.
İnsanoğlu iki varlığın ortasındadır. Bu iki varlık melek ve hayvandır. İnsan, hayvandan üstün yaratılmış olmasına rağmen, şehvet, gazap ve çirkin huylarıyla terbiye edilmezse hayvandan daha aşağı düşer. İnsanı insan eden imanı, aklı, ilmi, ibadeti, sadakati, ahde vefası, vakarı, haysiyeti, beşeriyete hizmetidir. Bu saydığımız sıfatları haiz olan insan da melek makamına yaklaşır.
Melekler günah işlemez. Allah’ın emrettiği vazifenin dışına çıkmaz. Kendileri cennet ve cehennem mesuliyeti içerisinde değillerdir. Lezzetleri ibadetlerinin ve vazife-i kudsiyelerinin içindedir. Bizler melek vasfında olmak istersek, ibadet ve taatımızın lezzetine varmamız, bunun yolunu bulmamız lazım gelir.
Alemin yaratılmasından maksat insanın varlığıdır. Bütün mevcudat insanın menfaati için halkedilmiştir. Allahu Tealâ; “Her şeyi insanoğlu için yarattım. İnsanı da kendim için yarattım” buyurmuştur.
İnsanın üstünlüğü, bedeninin kuvvetli olmasından dolayı değildir. Öyle olsaydı fil ve deve daha üstün olurdu. Bu üstünlük ömrünün uzunluğuna da bağlı değildir. Zira kaplumbağa ve başka bazı hayvanat insandan daha çok yaşar. İnsanın fazileti rütbe, mal ve ziynetle de ilgili değildir. Öyle olsaydı tavus kuşu süslü haliyle insandan üstündür.
İnsanın üstünlüğü, Allah Tealâ’yı tanıyıp, O’nun vahdaniyetine iman etmesindendir. Allah Tealâ’yı bilen kimse çoban bile olsa, çok bilgili ve alimdir. Allah Tealâ’yı bilmeyen kimse de profesör bile olsa, hiçbir şey bilmemiş sayılır.
Dünyadaki her şey, meşru olarak faydalanması için, insanın emrine verilmiştir. Kimisini yeme-içmede, kimisini giyinmede, kimisini koklamada ya da seyretmede istifade edecektir. Fakat bütün bunlar ancak İslâm dairesinde kalmak kaydıyla serbesttir. Bu hususlarda peygamberler, evliya ve ulema yol gösterici olmuşlardır. İnsanoğlu da onların yolundan gitmezse özellikle asrımızda görülen süfli hayata düşer.
Hasılı, nefs ıslah ile her hayırın başı, isyan ile de her şerrin kapısı olmuştur.

BİR PEYGAMBER DUASI
Mutlaka okumanız gereken kitaplardan birisi “Gizlenen Kitap”… Ünlü Rus yazarı Tolstoy’un, Peygamber Efendimiz Hz Muhammed (sav) ile ilgili yazdığı bir risale, “Gizlenen Kitap”… Aslında bu risale, Tolstoy’un İslâm’a olan hayranlığı ile Sühreverdî’nin hadis kitabından derlediği hadisleri içeriyor.
Kitap, 1908 yılının ekim ayında “Muhammed’in Kuran’a Girmemiş Hadisleri” diye aslında yanlış bir başlıkla basılmış. Tolstoy’un tüm eserleri Sovyet Cumhuriyeti kurulduktan sonra tekrar tekrar basıldığı halde bu risalesi sansürlenmiş. Ancak 70 yıl sonra 1978 yılında Azerbaycan’da yayınlanabilmiş.
Kısaca macerasını anlattığım bu risaleyi okurken, ikinci sırada yer alan dua mahiyetindeki hadis çok etkiledi ve sizlerle paylaşmak istiyorum. Hadis kitaplarından İmam Tirmizî’den rivayetiyle yer alan aynı hadis-i şerifi buldum. Hz. Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Davud’un duasındandır. O şöyle derdi: ‘Allah’ım! Senin sevgini, seni sevenlerin sevgisini, beni sevgine ulaştıracak ameli senden diliyorum. Allah’ım! Sevgini kendi nefsimden daha sevimli kıl! Malımdan, çoluk çocuğumdan ve soğuk sudan bile daha sevimli kıl.”
Gelin, bu nebevî duaya hep birlikte “âmin” diyelim.