•1980; 24 Ocak Kararları ile kapalı bir ekonomik yapıdan, serbest piyasa ekonomisine geçilmesi.
•1996 Tansu Çiller dönemi; AB ile yapılan Serbest Ticaret Anlaşmasıyla birlikte yerel şirketlerin, dünya ekonomisinin güçlü aktörleri ile ciddi bir rekabet içerisine girmesi
•21 Şubat 2001; Kara Çarşamba olarak da bilinen ekonomik kriz ile birlikte dövizin yükselmesi ve bu durumun şirket bilançolarını, mali tabloları ve ekonomik hayatı olumsuz etkilemesi.
Söz konusu olaylar, Türkiye’de faaliyet gösteren şirketler için adeta birer dönüm noktası olmuştur. Bu çalkantılı dönemlerde, kriz sürecini iyi yöneterek zirveye ulaşan şirketler de var, dibe vuranlar da… Peki ayakta kalmayı başaran ve yoluna emin adımlarla devam edebilen şirketlerin genel yapıları, dünden bugüne dek nasıl değişti? Makro ekonomik faktörler, şirketleri nasıl bir değişime zorladı?
DÜNDEN BUGÜNE DEĞİŞİM
Özellikle 2001 Ekonomik Krizi döneminde adeta ölüm kalım savaşı vermiş olan pek çok şirket, krizin ardından; yönetim, istihdam yapısı, ortaklıklar, örgüt içi iletişim, faaliyet alanı, pazarlama kanalları ve yurt dışı açılımları gibi kritik konularda çarpıcı kararlar alarak, oldukça radikal bir değişim sürecine girmiştir. 1980’li yıllarda başlayan bu değişim rüzgârları, son on yıl içerisinde hızlı bir şekilde esmeye ve birçok şirketi etkilemeye devam etmektedir.
Tarihin tozlu sayfalarında bıraktığımız kilit dönemler ve ekonomik krizler; şirketlere, ‘’ asla olmaz’’ dememeyi öğretmiş ve Esneklik anlayışı, hemen hemen tüm şirketlerin çalışma sistemi içerisinde kendisine yer bulmuştur. Buna bağlı olarak; faaliyet alanları genişletilmiş, asla olmaz denilen birtakım ortaklıklara imzalar atılmış, çalışma saatleri esnetilmiş, şirket yönetim kurullarında bağımsız üye (aile üyesi olmayan) sayısı artmış böylece sorunlara, daha objektif yaklaşımlar gösterilmiştir. Akabinde, yönetim birimleri ile alt birimler arasındaki iletişim modeli ve kanalları değişmeye başlamış; en alt birimlerden üst yönetime ulaşan öneriler, yönetim kurulu toplantılarının ana gündem maddeleri arasına girmeyi başarmıştır. Kaldı ki bu konuda oldukça geç kalındığını ve çalışan temsili konusunda ülke olarak hala Avrupa’nın çok gerisinde olduğumuzu da üzülerek belirtmeliyim. Değişim süreci ile birlikte oluşturulan yeni yönetim anlayışı içerisinde; denetim, ücretlendirme, risk yönetimi gibi konular daha önemli bir hale gelmiştir. Yönetimin ardından, şirketlerin istihdam yapılarında da önemli değişiklikler gündeme gelmiş; nitelikli iş gücü istihdam etme eğiliminde ciddi bir artış görülürken, istihdam edilen bireylerde ise genel olarak gençleşme söz konusu olmuştur. Özellikle yönetim kurullarında yer alan; 60-70 yaş kuşağındaki bireyler yerini, 40 yaş ve altına bırakırken, çalışanlarda ise 30 yaş ve altındaki birey sayısı giderek artmıştır. Ekonomimizde 24 Ocak Kararları ile başlayan dışa açılım, günümüze dek önemini korumuş ve şirketler, pek çok yabancı ortaklığa imza atmıştır. Organik ve inorganik şekilde büyüyen şirketler, yerel ve uluslararası pazarlarda daha aktif bir şekilde rol almaya başlamıştır. Son olarak; çoğu şirket rekabet gücünü arttırmak amacı ile ürün bandını genişletmiş, çeşitliliği ve pazarlama kanallarını arttırmış, ticareti dijital platformlara taşıyarak, dünyanın her noktasından yüzbinlerce insana ürünlerini ulaştırmayı başarmıştır.
Görüldüğü üzere, tamamen şirketlerin dışında gerçekleşen demografik etmenler ve çevresel faktörler ile tarihi, siyasi ve kültürel gelişmeler; ticari işletmeleri bulundukları noktadan, farklı noktalara doğru taşıyabilmektedir. Bu meşakkatli süreçte; yenilikçi ve değişime uyum sağlama yeteneğine sahip şirketler için başarı asla tesadüf olmayacaktır. Şayet, yarının karşınıza ne çıkaracağını bilmiyorsanız; değişime hızlı şekilde adapte olabilen esnek bir yapı sergileyerek, içerisinde bulunduğunuz süreci iyi yönetebilmeli ve işletmeniz için dönüm noktası olan olayları, avantaja çevirebilmelisiniz. Unutmayınız ki, değişmeyen tek şey; değişimin kendisidir…