Eleştiriye evet, dayatmaya hayır

RAUF Tamer üstadın o bilindik sözü zihnime mıh gibi çakılı “Eleştiriye evet, dayatmaya hayır!” Ne kadar da doğru, ne kadar da içten bir feryat aslında. Eleştiri hakkımız, en doğal hakkımız. Beğenmediğimiz, yanlış bulduğumuz ne varsa dile getirmek, sorgulamak, daha iyisini istemek… Bunlar demokrasinin olmazsa olmazı. Ama nerede duracağız? Eleştiri kisvesi altında karalamaya, kötülemeye, yalan yanlış beyanlarla insanları hedef göstermeye başladığımızda, o çizgi nerede kaybolacak? Demokrasilerde hak aramak, sesimizi duyurmak için barışçıl yollarla bir araya gelmek anayasal güvencemiz. Haksızlığa uğradığını düşünen, bir yönetim biçimini ya da uygulamayı içine sindiremeyen insanlar, elbette ki tepkilerini göstereceklerdir.

Sokaklara inmek, pankartlar taşımak, sloganlar atmak… Bütün bunlar, demokratik bir toplumun canlılığını gösteren unsurlar. Peki ya bizdeki protesto biçimi? İşte tam da burada bir durup düşünmek gerekmiyor mu? İsrail’in Gazze’de uyguladığı o vicdanları kanatan ambargoyu, o insanlık dışı muameleyi protesto ediyoruz güya… Nasıl mı? Kendi vatandaşımızın ekmek teknesi olan işyerlerini basarak, onların kahvelerini, kolalarını yere dökerek! Vicdanımız sızlıyor derken, başka insanların rızkına göz dikmek ne kadar doğru? Daha iyi kahve, daha iyi kola üretene dek bu öfke nöbetleri ne işe yarayacak?

Acı ama gerçek şu ki, dünya çapında markalar yaratamadıkça, ayağımızda onların ayakkabısı, sırtımızda onların montu, bileğimizde onların saati ve elimizde onların megafonuyla, hatta onların ürettiği sosyal medya platformları üzerinden onları protesto etmeye mecbur kalıyoruz. İroninin en acımasız hali değil mi bu? Onları protesto etmek için paylaştığımız her gönderi, aslında onların kasasına para olarak geri dönüyor. Bir orta yol bulamadık, bulmalıyız artık.

Elbette ki bir markayı, bir ürünü çeşitli sebeplerle boykot edebiliriz. Bu bizim bireysel tercihimizdir. Ama bu boykot, şiddete, nefrete dönüşmemeli. Başkalarının malına zarar vermek, onları korkutmak, sindirmek… Bu bizim adalet anlayışımız olmamalı! Alanya’da da, İsrail protestolarında da İmamoğlu kararının ardından yaşananlarda da gördük bu manzaraları.

Demirel’in o meşhur sözünü hatırlıyorum: “Benzin vardı da biz mi içtik?” Şimdi ben de sormak istiyorum, daha iyisini yaptınız da biz mi desteklemedik? Protestoların, eylemlerin hedefi, o politikalarda en ufak bir etkisi olmayan, gariban esnaf olmamalı. Onların kepenklerini indirmek, onların umutlarını kırmak gibi bir hakkımız yok.

Lütfen dikkat… Bu bir emir değil, bir rica. Duygularımızın esiri olmadan, aklımızı ve vicdanımızı ön plana alarak hareket etmeliyiz. Eleştiri hakkımızı kullanalım, ama nefret kusmayalım. Protesto edelim, ama şiddete başvurmayalım. Unutmayalım ki, en büyük protesto, daha iyisini yapmak, daha güzelini üretmektir. Kendi markalarımızı yaratmak, kendi değerlerimizi yükseltmektir. Ancak o zaman gerçekten özgür olabiliriz. Protesto haktır, tüketim gücümüzü bu manada kullanmamızda hiçbir sakınca yok ama kimsenin hakkına ve hukukuna zarar vermemek kaydıyla.

Esen kalın…