Düşünce özgürlüğü (2)

1960'LARDAN bu yana Türkiye'de, iki kutuplu dünya koşullarında şekillenen ideolojik kalıpların peşinde koşuyor, tarihin derinliklerinde kalmış kimi büyük değerlere tapınma noktasına gelip, günümüz gerçekleriyle hesaplaşma yerine,...

1960

LARDAN

bu yana Türkiye’de, iki kutuplu dünya koşullarında şekillenen ideolojik kalıpların peşinde koşuyor, tarihin derinliklerinde kalmış kimi büyük değerlere tapınma noktasına gelip, günümüz gerçekleriyle hesaplaşma yerine, geçmişe öykünerek vakit öldürmekle birlikte, kutuplaşıp çatışma saçmalığı içine giriyoruz.

Rahmetli Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” sözü üzerine bile, çok farklı görüşler ortaya konabilmekte!

Bilginin de düşünceden doğduğu söylenerek, tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıktığı tartışmasına benzetebiliriz!

Ama her şeye rağmen, okuyup, araştırıp tartışmadan, belli deneye, belli bir birikime sahip olmadan, fikir yürütmek saçmalıktan başka bir şey olamaz.

Kimi televizyon kanallarında, sokakta vatandaşa bir sözcüğün ne anlama geldiğini ya da bir sanatçının, bilim adamının kim olduğu sorulduğunda, bilmedikleri halde ne kadar saçma sapan uydurma yanıtlar verildiğine şahit olabiliyoruz.

Sanırım rahmetli Mumcu’da bu tür yaklaşımlar içinde bulunanları, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya kalktıkları için eleştirmiş olmalı!

Bir gerçeğin altını özellikle çizmek isterim, her konuda felsefi bir açılım içine girmek, bunu tartışmak, tez ve antitezlerden bir senteze gitmek, en iyiyi ve en güzeli bulmamıza ciddi katkı sağlar.

Bunu yaparken, önyargılardan uzak, belli bir gerçekçilik içinde, özgür irademizle hareket etmeliyiz.

Yoksa, karşı olduğumuz bir düşünsel açılıma, siyasi yapıya ya da kişiye dönük olarak, beyaza siyah deme saçmalığı içinde, salt karşı olduğumuz şeyi, belli iftiralarla, suçlamayı, karalamayı, düşünce olarak kabul etmek mümkün mü?

Son günlerde, benimsediği ideolojiye bile ters düşme pahasına, düşmanımın düşmanı dostumdur diyerek, temelden karşı olması gereken düşünsel açılımlar, yapılar ve kişilerle bile sarmaş dolaş olanlar var.

Bu anlayış nedeniyle, sürekli toplum geriliyor, kutuplaşıp çatışıyor.

Sosyal medyaya bakın, birkaç istisna dışında en küçük bir düşünce ürününe rastlayamazsınız.

Herkes birbirine, hakaret etmeyi bırakın, en galiz küfürleri yağdırıyor.

Ne adına?

Farklı bir düşünsel açılımı ya da siyasi yapıyı savunduğu için.

Aslında benimsedikleri düşünceyi bile yeterince bilmedikleri için, düşüncelerini savunmaktan çok, karşıtlarına hakaret etmekle kendilerini tatmin etmeye çalışıyorlar.

Kutuplaşma öylesine anlamsız, içerikten yoksun bir hal aldı ki, aynı grup içinde yer alanlar, “Belli bir cemaatleşme anlayışı içinde, bir yapı içinde yer almanın mensubiyet duygusuyla, “Körler sağırlar birbirlerini ağırlar” misali, ilkel bir tatmin içindeler.

Bunu yapanların önemli bir bölümü de, lafa gelince, kendilerini ilerici, devrimci, aydın olarak görenler!

- DEVAM EDECEK -